Şiirimizin üretken ve dikkat çeken isimlerinden İsmail Biçer: Minimal söylemlerden oluşan şiirlerin daha derin, daha çarpıcı, daha incelikli ve kalıcı olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim.

Minimal söylemden yanayım

Zerrin SARAL

Şiir ve şiir düşüncesi üzerine birçok kitaba imza atan İsmail Biçer bir yıl ardan sonra, Baraka Yayınları etiketini taşıyan 'Topoğrafyalar ve Aryalar' adlı kitabıyla okur karşısında. Minimal şiirlerden oluşan kitap, ‘imgeler' ve bu imgelerin yarattığı ‘çağrışımlar’ anlamında dikkat çekici. Biçer ile kitabın iki ara başlığı olarak da karşımıza çıkan 'Topoğrafyalar ve Aryalar' üzerine konuştuk.

-Birbirinden çok farklı çağrışımlar barındıran 'Topoğrafya' ve 'Arya' sözcüklerinin birlikteliği hangi duygular eşliğinde ortaya çıktı?

Şiir tam da böyle bir şey. Yan yana gelmemiş (gelmeyi bekleyen) sözcükleri bir araya getirme sanatı. Şairleri bu anlamıyla birer ‘sözcük toplayıcısı’ olarak görmek gerekir. Kitabın adını oluşturan 'Topoğrafya' ve 'Arya' kelimelerinin buluşması bir tesadüf değil. Uzun soluklu, düşünülmüş, derinlikleri oluşturulmuş bir durum. Bir başka boyutuyla; yaşamda var olan her şey, şiirin konusu olabileceği gibi, var olan her kelime de şiirin malzemesi olabilir; olmalıdır da. Bu bağlamıyla şiirin dil yaratmak adına, kelimelere inen kazı çalışması olduğunu unutmayalım.


-'Topoğrafyalar ve Aryalar'ın minimal şiirlerden oluşmasında tercihinizi belirleyen ne oldu?

Her kitabımda kısa dizeli şiirlere yer veririm. Çünkü şiirin ‘az sözle çok şeyler çağrıştıran’ bir sanat olduğuna inanırım. Hatta çok önceki yapıtlarımdan biri 'Yere Dökülen Ağaç' bir ‘haikular’ kitabıydı. Bilindiği üzere ‘haiku’ bir Japon şiir türü olarak 3’er dizeyle sınırlıdır. Uzun uzadıya söz dökümü yapmak şiirin işi değildir. En azından benim şiir anlayışıma dahil bir durum değil. Minimal söylemlerden oluşan şiirlerin daha derin, daha çarpıcı, daha incelikli ve kalıcı olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim.

-Doğa, canlılar, eşyalar, nesneler, bölgeler, kentler, ayrılıklar, özlemler vb atmosferlere sahip dizeler dışında, Hilmi Yavuz, İlhan Berk, Edip Cansever, Enis Batur, Neşet Ertaş gibi ustalara selam duran dizelere de rastlıyoruz. Gezi Direnişi sırasında polisin attığı gaz fişeğiyle başından vurularak öldürülen, kalplerimizde derin acılar bırakan Berkin Elvan'ı da unutmamak gerek. Bu çeşitlilik üzerine neler söylemek istersiniz?

Sorunuzu yöneltirken, aslında bir anlamıyla yanıtını da verdiniz. Bu değerli ve önemli isimler şiirimizde, sanatımızda ve toplumsal hayatımızda saygın ve derin yerleri olan isimler. Benim yaptığım ise onlara bir tür ‘selam durma’. Yine çok önceki kitaplarımdan biri 'Töz'de, 'Kıyısında Dolaştığım Şairler İçin Sözlük' adını taşıyan bir bölüm oluşturmuş, dünden bugüne beni etkileyen şairleri, birkaç dizeyle aktarmaya çalışmış, onlara selam durmuştum. Bize kattıkları adına, bir ‘vefa’ ve bir ‘anımsatma’ diyelim.

-“Oluyor işte/ Ölülere bile küsüyor insan”. Ölüme/gidene duyulan en kısa ve en büyük sitemlerden birini barındırıyor bu dizeler. Ferit Edgü minimal öyküye dair düşüncelerini şöyle dile getirir: “Az ve sıradan sözcüklerden oluşur. Başı ve sonu yoktur. Başı ve sonu okura bırakır. Okurun düş gücüne. Bu açıdan, kışkırtıcıdır. Okuru düşlemeye çağırır. Ve bir adım ötesi, yazmaya.” Üstteki dizelerinize adını veren 'Kırgınlık Aryası'ndan yola çıktığımızda, ‘minimal şiirde’ de benzer bir durum söz konusu mu?

Eserlerini büyük bir keyifle ve dikkatle okuduğum Ferit Edgü’nün söylemi, öykü sanatı açısından son derece yerinde. Okuru ‘düşlemeye çağırmak’ olgusu, şiirin olduğu kadar bütün edebi eserlerin ortak bir yanı. Aynı zamanda ‘minimal öykü’ örnekleri vermeye çalışan biri olarak, bu türün ‘minimal şiir ile temel benzerliğinin ‘sözcük tasarrufu’ olduğunu söyleyebilirim.

-‘Deneysel şiir’ ve ‘yetinmezlik’ desem neler söylemek istersiniz?

Kitapta yer alan, alt başlığı 'Nesirsel Bir İzdüşüm' olan 'Deneysel Şiir Topoğrafyası'nı tekrarlamak isterim: “Oldum olası sevmişimdir ‘deneysel şiir’i. Şiirimin de ‘deneysel bir şiir’ olduğunu inkâr edecek değilim. Çünkü bu şiir, olduğu yerle yetinmez.”

-“Herkesin bir kedisi olmalı” diyorsunuz, 'Kedi Topoğrafyası'nda. Benim de sıkça içimden tekrar ettiğim şükran duygularıma karşılık gelen bir temennidir bu. Kediler nevi şahsına münhasır karakterleriyle yazarlara, şairlere dostluk ettikleri gibi, eserlerine de konu oluyor. Edebiyatın farklı türlerinde, mitolojilerde de kedilere sıkça rastlıyoruz. Yaratım sürecinizde kendine nasıl yer açtı?

Yürümeyi çok seviyorum. Sokakları, parkları deniz kıyısını… Buralarda sürekli kedilerle karşılaşır, onları izler ve fotoğraflarını çekerim. Her karşılaştığımda “Ne kadar sevimli ve renkli canlılar!” düşüncesi geçer içimden. Belki de daha çok onlarla karşılaşmak için yürürüm bu yerleri. Onların varlığı beni dingin kılıyor, ruhumun ağırlığını alıyor. Kedilerin mutlaka bir şiirimde (ama güçlü bir şekilde) yer almasını istemişimdir. Nitekim 'Topoğrafyalar ve Aryalar'da en anlamlı şekilde yerini aldılar. Kediler dedik de… Aklıma Tanzimat Edebiyatı yazarlarından Samipaşazade Sezai’nin 'Kediler' adlı öyküsü geldi. Öyküde evin beyi, “Hanım! En son cevabını isterim. Ya ben, ya kediler?” dediğinde, evin hanımı “Kediler!” yanıtını verir.

-Diğer kitaplarınız arasında, 'Topoğrafyalar ve Aryalar'ı nereye koyar, nasıl tanımlarsınız?

Oldukça çarpıcı ve bilge (dingin) söylemler taşıyan bir kitap olduğuna inanıyorum. Ne bir az, ne bir fazla. Şiire mesafeli olanları da şiire yaklaştıran bir çalışma. Rahatlıkla akılda kalacak dizelere sahip. Tabii ki tüm bunları, diğer kitaplarımın da hakkını teslim ederek söylediğimi bilmenizi isterim.