Özge Doğar yok saydığımız toplumsal olayları edebiyatın gücüyle gözler önüne seriyor. Minnina, dili ile acılarımızdaki sertliği yumuşatıyor, özgürlük arayışına bir çığlık atıyor. Eril hegemonya’nın vahşi yüzünü romanın merkezine koyarken bizlere kim olduğumuzu soruyor.

Minnina, özgürlüğü arayan kadın

BUSE İLKİN YERLİ

Özge Doğar’ın yeni romanı Minnina Işıkları Kapama, Ayrıntı Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Bu kadar kötülüğün olduğu bir dünyada sen neredesin insan?» sorusunu yönelten ve tüm kadınların özgür olacağı günlerin umudunu taşıyan Özge Doğar ile yeni kitabını konuştuk.

►Meraklı Pandora, Aşkzede, Kağıttan Mutluluklar, Evlilik Anonim Şirketi, Sevimli Köpek Maya, Aynadaki Sır derken yeni bir romanla birlikteyiz ‘Minnina Işıkları Kapama’. Romanda ilk dikkatimi çeken unsur cesaret oldu.

Acı fazlalaştıkça insan edebiyatta da daha cesur oluyor. Yazar çağını yansıtır. Yaşadıkları, gördükleri, okudukları, günlük hayatta karşısına çıkan her şey yazarı etkiler. Yazar bu açıdan Marksisttir. Sanatın bütün dallarında bu böyle. Gerçeklerden kaçmamız mümkün değil. Biz görmek istemiyoruz diye mahalle komşumuz kızını taciz etmiyor, değildir. Biz bakmak, duymak, görmek istemiyoruz diye toplumsal acılar yok değil, varlar. Varlık alanından yok saymak sadece devam etmesini sağlıyor. Toplumsal sorunlarımız var, hepimiz biliyoruz. Bunu yazar da biliyor. Sadece devam etmesini istemiyor. Cesur olmak artık bir zorunluluk.

►Romanda iki konu birlikte yürüyor. Bir taraftan aile içi şiddetin en ağırı ensest diğer taraftan kültürel özgürlük. Farklı gibi görünen iki konuyu hayat çizgisinde birleştirmeniz çok etkileyici. Çalışma döneminiz uzun muydu?

2017 yılında ‘Aynadaki Sır’ romanım çıktıktan sonra enseste uğramış bir çocukla karşılaştım. Beni çok etkiledi. Enseste uğramış başka çocuklarla görüştüm, çocukluğunda enseste uğramış kadınların ve erkeklerin hayatlarına baktım. Roman, kendiliğinden doğdu, diyebilirim. Hissettiğim öfke çok büyüktü, duygularımı kontrol etmek evet çok zor oldu. Tekrar tekrar silip yazmama neden oldu. Cinsel kimliğinden nefret eden insanlar var, kendisinden uzaklaşanlar var. Neden bu insanların canları kendilerine tatlı değil? Bu insanlar neden özgür değiller. Her çocuğun mutlu bir çocukluk dönemi geçirmeye hakkı var. Kim bu çocukların en doğal haklarını ellerinden alıyor? Aileler mi, toplum mu, devlet mi...

Toplumsal alanda da insanların düşünme, konuşma, kendi kültürlerini yaşama, yaşatma hakları var. Hem bireysel hem toplumsal anlamda özgür olabiliriz. Bunlar birbirlerinden farklı ilerlemiyor. Kötü dediğimiz ne varsa yalan, talan, hırsızlık, sahtekârlık herkesin gözünün önünde yapılıyor, meşru kılınmaya çalışılıyor. İyiler gizleniyor, kötüler alkışlanıyor ve biz buna alışmak zorundaymışız gibi davranılıyor. Arap Alevilerinin çorba yapıp dağıtmalarının neresi kötü? Niye saklanarak, gizlenerek yapsınlar? Her kültürün yaşama hakkı yok mu? Var, evet aynı hayat çizgisi gibi. Yeter ki ışıklarınızı kapatmayın…

►Son iki romanda da arka kapak yazısı “Kimsin Sen” sorusuyla başlıyor. Özel bir neden var mı?

İnsan kendini bulma çabasında değil artık. İnsanların çoğunluğu kendini tanımadan yok olup gidiyor. Sistem bizi kullanıyor, öğütüyor, işine yaramadığımızda da atıyor. Sistemin çarkı dönüyor. Peki insan bu çarkı neden durduramıyor. Oysa durdurabilecek kadar kalabalığız? Bu çarkı durdurabiliriz çarkın dışına da çıkabiliriz. Yapmıyoruz. Çünkü sistem insanın kendi özünü unutmasına bağlı olarak çalışıyor. İnsanın önce kendisini hatırlaması gerekiyor. İnsanın özünde sevgi var, kaçımız hatırlıyoruz bunu. “Kimsin sen” sorusu, aslında kendisini kaybetmiş, unutmuş insanı ayıktırma çabası. Kendimize kim olduğumuzu sormamız gerek. Çocukların babaları tarafından tacize uğradıkları bir dünyanın parçası olmak ister miyiz? İstemiyorsak neden sessiz kalıyoruz. Sistem görmemizi istemez, görmeyelim ki çarkı devam etsin ama yazar gösterir, hatırlatır. Bir nevi sisteme çomak saplar.

►Romanda iyi kadın, kötü kadın sınırları var mı?

Elbette yok. Kahramanımızın sınırları, biçimleri var ama kendi değişimi içerisinde bu ayrımları da yıkıp atıyor. Kendini var etme çabasında bu biçimler de yok oluyor. Özgürlük arayışıyla kendini bulma çabası birlikte yürüyor. Birlikte de yürümek zorunda. Kendimizi bulduğumuzda özgürlüğümüzü de kazanmıyor muyuz? Kıyafetler bir insanı iyi ya da kötü yapmaz. Bunu apaçık kendinde gösteriyor kahramanımız.

►Peki ya annelik?

Kadının anne olmayı isteme ve istememe hakkı vardır. Anne olmayı tercih ettiyse kadınlığını unutacak kutsal annelik mertebesine yükselecek, diye bir şey yok. Böyle bir mertebe yok. Kadına hiçbir zaman “Tüm baskılardan uzak anne olmayı gerçekten istiyor musun?” sorusu sorulmuyor. Kadınsa, kadınlığının ispatı olarak anne olmak zorunda. Peki neden zorunda? Bir kadının tercihi çocuk büyütmekten yana olmayabilir. Her çocuğun kendisini özüyle sevecek bir anneye ihtiyacı var. Çocuklar ebeveynlerin bir parçası değil onlar başlı başına bu toplumun bireyleridir. Hem kadınlık hem annelik bu romanın birleştiği nokta. Romanın kahramanı kadınlığın da anneliğin de güzelliğini buluyor.

►Bir çocuğun annesi olmak için onu doğurmuş olmak gerekiyor mu?

Romanın kahramanı, anne olarak kendisine emek harcayanı seçiyor, biyolojik annesi zihninin derinliklerinde kötü bir anı. Annesiyle çatışmasını üniversiteyi kazandığı sene yüzleşerek bitirmiş ama ona güvenmiyor. Güvendiği tek bir kişi var Adile anne. Birbirlerine bağlılıkları çoğu anne kızdan daha güçlü. Çevrelerinde çok insan var ama ikisi de yapayalnız. Birbirlerine sarılıyorlar. Bu roman annelik kavramında özlüğü ve üveyliği kaldırıyor. Emeği görünür kılıyor.

►Ece ve Alper evleniyorlar mı?

Ece ile Alper evlenmiş olabilirler, evlenmemiş de olabilirler. Minnina, Alper’in kızı olabilir, olmayabilir de. Benim için önemli olan Ece’nin değişim sürecinde bedeniyle dost olabilmesiydi. Duygularını gizlememesi, bedeninden utanmaması değerliydi. Kadınlığından utandığı için göğüslerini sıkı sıkı bağlayarak gizleyen bir kadından sutyene geçmesi bile çok uzun sürdü. Belki de ileriki zamanda sutyen de kullanmıyor artık! Ben bunu da merak ediyorum mesela.

►Kitabın kapağındaki yumurta bir sembol mu?

Kitabın kapağında elinde yumurta tutan bir çocuk var. Metafor kullandım. Yumurta bir insanın değişimini anlatıyor bana göre. Çocukluk dönemimizden kalma yaralarımız var. Bu yaralar bizi kötü bir insan yapmamalı. Değişim ve dönüşüm ellerimizde. Bazen bunu erken görürüz, bazen geç. Romanın kahramanı bunu geç gördü. Çocukluğundan gelen izleri unuttu diyemeyiz ama bu izlerin yaşantısını engellemesine izin vermedi. Acılarının kölesi olmadı. Ece özgürlük arayışında kendisini yeniden inşa etti. Tüm kadınların özgürlüğü bulması umuduyla...