Dünya üzerinde, çeşitli sebeplerle tahribata uğramaya açık olan bazı şehirlerde, devlet hemen mirasını korumak için harekete geçiyor. Bu ülkelerden bazılarını ve neler yaptıklarını derledik.

Mirasına sahip çıkan ülkeler

Bundan 3-4 yıl öncesine kadar, Türkiye’deki milyonlar Salda Gölü’nün adını bile duymamıştı. Derken sosyal medya ve paylaşım sitelerinde yer almaya başlamasının ardından aynen Doğu Ekspresi’nin başına gelen şey gölün de başına geldi ve “Türkiye’nin Maldivleri” yakıştırması yapılan Burdur’daki göle ziyaretçi akını olmaya başladı. Artık çoktan araştırmacı ve sorgulayıcı özelliğini kaybetmiş basın da tahmin edebileceğiniz gibi, bu kontrolsüz ziyaretçi akınını gurur duyulacak, son derece müspet bir hadiseymiş gibi yansıttı. Örneğin 21 Temmuz 2019 tarihli Sabah gazetesi haberi, göle hafta sonları günde 30 bin ziyaretçinin gelmesinden ve geçtiğimiz yıl 1,5 milyon kişinin, gölün bulunduğu 5 bin nüfuslu Yeşilova ilçesini ziyaret etmesinden övgüyle bahsediyordu, haberde elbette bu insan yığınının yaratacağı etki ve doğal yaşamın tehdit edilmesi ile ilgili hiçbir ifade yoktu. Gölde bulunan habitatın korunması ile ilgili geçmişte araştırmalar yapmış bilim insanları, Salda’nın bu ziyaretçi rakamları ile 5-6 yıllık bir sürede tamamen tahrip olabileceğine dikkat çekmeye çalıştılar. Hükümet bunlara kulak asmadı ve 31 Temmuz tarihinde gölün etrafına yapılacak Millet Bahçesi için bir ihale gerçekleştirdi. Bu, yıllar boyu gizli kalabilmiş bir doğal güzelliğin devlet eliyle tahrip edilmesinden başka bir şey değil. Hem de tüm dünyada aksi yönde bir eğilim giderek etkisini artırırken...

Son birkaç yılda hükümetler, teknoloji, medya ve iletişim araçlarının da etkisiyle ülkelerine gerçekleşen turist akınlarına dur demeye ya da bunu dizginlemeye çalışıyorlar. Zira gidiş pek iyi değil. Game of Thrones dizisi, Dubrovnik şehrine ilk ziyaretçilerini gönderdiğinde muhtemelen şehir halkı mutlu olmuştu. Ancak bugün dizinin çekildiği 300 metrelik yaya bölgesinde yürümek tam 40 dakika alıyor, zira her gün 40 bin nüfuslu bu şehre 5 bin turist ve sayısız yolcu gemisi geliyor. Vali Mato Frankovic bir süre önce bu duruma dayanamadı ve “artık asla ve asla limana aynı anda 2 yolcu gemisi demirlememeli” diyerek isyan etti. Üstelik bu duruma gelmeleri sadece 8 yıl almıştı. UNESCO şehrin dünya mirası niteliğini giderek kaybettiğini düşünüyor. Barcelonalılar politikacılardan önce ipleri ellerine aldılar ve turist akınını protesto etmek için sokaklara indiler. Bir pankart “madem onları avlamak yasak, neden turist sezonu diyoruz” diyecek kadar ileri gitmişti. Kişi başı ve günlük olarak alınan turist vergisi artırıldı, ancak bu yeterli değil. Venedikliler şehrin kimliğini tamamen kaybettiklerini düşünüyorlar. Onlar da protesto için sokaktalar. Mallorca adasına yüksek sezonda günde 1.094 uçak (!) iniyor. Bu korkunç bir rakam ve halk artık nefes alamaz hale geldi. Önünde insan olmadan fotoğraf çektirmek amacıyla turistlerin sabah 5’te kalkıp yollara düştüğü Roma’daki Trevi Çeşmesi’nde akşam saatlerinde yürüyemiyorsunuz. Şehri 5 yıl arayla 2 kez ziyaret etmiş birisi olarak çeşme önündeki kalabalığın 4-5 kat arttığını söyleyebilirim. Roma belediyesi, çeşmenin de içinde bulunduğu, şehrin bazı bölgelerine ziyaretçi sayısına sınır koymak istiyor. Anlayacağınız, yaklaşan ve hatta suratımızda patlamak üzere olan tehlikenin artık iyice kendini hissettirdiği bir dönemde hükümetler önlemler almaya çalışırken, biz bu tehlikeyi buyur etmek bir yana, kanuni bir düzene oturtuyoruz. Dünyadan bu alandaki birkaç çarpıcı örneği sıralayalım:

MACHU PİCCHU:

Kimilerine göre “Gezginlerin Kâbe’si”, dünyanın yeni 7 harikasından biri, en çarpıcı uygarlık miraslarından Machu Picchu, uzun yıllar boyunca, her yıl popülaritesini daha da artırarak ziyaretçi akınına uğradı. Gizemi bugün dahi çözülememiş bu muhteşem güzellikteki tarihi kent, elbette bu kadar yüksek sayıda ziyaretçiyi kaldıramamaya başladı. Tabii İnka Medeniyeti zamanında sadece 750 kişiye ev sahipliği yapan bu şehrin, günde sayısı on binleri bulan turist akınıyla başa çıkamaması normal. Sonunda Peru olaya el koydu. Önce günlük ziyaretçi sayısını 2.500 ile sınırladılar. Bu sene başında bunu 5.940’a çıkardılar, ancak girişlerin mutlaka bir rehberle yapılması zorunluluğunu getirip içeride kalma süresini 4 saatle sınırladılar. Tabii bununla biraz da, azalan ziyaretçi sayısıyla oluşan gelir kaybını azaltma amacını güttüler.

KOMODA ADASI:
Endonezya’nın Komodo Adası ülkenin en çok turist çeken noktalarından oldu yıllarca. Anglo-Sakson ve Hollanda kökenli turistlerin her yıl akın ettiği Bali Adası’ndan sayısız tur düzenlenen adanın doğal dengesi de artık bozulmaya yüz tutmuştu. Tabii en çok kaygılanılan da, adayla özdeşleşmiş Komodo Ejderi’nin geleceğiydi. Endonezya hükümeti bu hayvanların daha fazla rahatsız edilmesini önlemek için radikal bir karar aldı. 2020 yılında ada 1 yıl süreyle ziyarete kapanacak ve rehabilitasyon için 7 milyon dolar harcanacak. Adanın turizmden gelir elde eden sakinleri durumu protesto etti, ama hükümet geri adım atmadı.

MAYA KÖRFEZİ:
İngiliz yönetmen Danny Boyle, yanına Leonardo di Caprio’yu da alıp Tayland’daki Maya Körfezi’nde The Beach filmini çektiğinde bölgedeki doğal hayatı bu derece alt üst edeceğini bence düşünmüyordu. Neredeyse son 20 yıldır günde 4-5 bin civarında turistin gemilerle akın ettiği körfezdeki mercan oluşumunun yüzde 77’si risk altında. 2018’de körfezin 4 aylık kapatılması ile sorunların ortadan kalkmadığını gören yetkililer kapatma süresini 2021’e kadar uzattı. Tekrar turizme açıldığında günde 1.200 kişilik bir limit konacak. Benzer bir durum Filipinler’in Boracay Adası için de geçerli.

İZLANDA: Avrupa’yı sarsan ekonomik kriz döneminde batma noktasına gelen ülkeyi tekrar ayağa kaldıran turizm elbette bir süre sonra, başka bir gezegendeymiş gibi görünen bu ülkenin doğal ortamını da zorlamaya başladı. 2014-15 arasındaki turist sayısındaki artış yüzde 76 idi. Bu 340.000 nüfuslu bir ada için sorun yaratabilecek bir rakam. İzlandalılar neyse ki soğuk iklim sebebiyle henüz bir Tayland ya da Mallorca gibi büyük turist akınlarıyla karşı karşıya değiller. Buna rağmen şimdiden önlemlerini alıyorlar. Yerel halk evini turistlere 991 sene içinde en fazla 90 gün kiralayabiliyor ve bu işten elde ettiği gelir 8.500 doları geçemiyor. Adayı bir masal diyarına dönüştüren şelaleler, buzullar ve yanardağları korumak için ellerinden geleni yapıyorlar.

CAÑO CRİSTALES: Duruma erkenden el koymak için harika bir örnek. 2016 yılında sadece 16 bin turist çeken bir yerdi Kolombiya’daki bu cennet köşesi. Suyun altında yetişen renkli bitkiler ve güneş ışığının yansıması ile bir gökkuşağı nehrine dönüşen ırmağa yakın zamanda başlayacak turist akınını durdurmak için Kolombiyalı yetkililer şimdiden gerekli önlemleri alıyorlar. Nehrin bazı kısımlarında yüzmek, sigara içmek, balıklara yem vermek kesinlikle yasak. Ziyaretçiler bölgeye girmeden önce bir eğitimden geçiyor. Bütün bunlara rağmen 2017 aralık ayında nehir bir süre ziyaretçiye kapandı.

AMSTERDAM: Teknolojiyi kullanma konusunda oldukça yetenekli olan Hollandalılar bir süredir başkente gelen turistlerin gezi planlarını ve rotalarını araştırıyordu. Örneğin hemen herkesin kente geldiğinin ertesi günü sabahtan Van Gogh Müzesi’ne gittiği verisine ulaştılar. Bunun üzerine turistlere özgü bir aplikasyon ve alarm sistemi geliştirdiler. Artık gruplara ayrılmış ziyaretçilere, anlık hangi aktivitenin daha uygun veya kalabalıktan az olduğu yönünde bir mesaj geliyor. Bu şekilde şehir kalabalığının belli merkezlerde toplanmasını engellemek istiyorlar...

Tabii hep iyi örnekler yok yurtdışında. Örneğin 660 bin nüfuslu Güney Kore’nin Jeju Adası’na her yıl akın eden 15 milyon turist sebebiyle çöp ve trafik büyük bir sorun haline geldi, fakat hükümet adaya, bu ziyaretçi sayısını 45 milyona çıkaracak yeni bir havalimanı inşa etmeyi planlıyor. Nereden nereye, nereden nereye geldi Güney Kore!!!