Kamu işçilerinin toplu iş sözleşmesi geçen hafta Türk-İş ile hükümet arasında imzalanan protokol ile bitti. Kamu görevlilerinin/memurların toplu sözleşme görüşmeleri ise sürüyor. Kamu işçilerinin toplu iş sözleşmesinin, Türk-İş başkanının “aman ortalık karışmasın” gafıyla açığa çıkan herhangi bir işçi eylemi yapılmadan aceleyle bitirilmesi oldukça tartışma ve şaşkınlık yarattı. Oysa tersine beklemek yanıltıcıydı. Türkiye’de kamu toplu pazarlığı (gerek işçi herekse memur) uzun bir süredir, emeğin gücü ortaya konmadan, örgütlü sendikal güç kullanılmadan rica-minnet sendikacılığı ile yapılıyor. Oysa toplu pazarlığın olmazsa olmazı temel bir sendikal hak olan grev ve toplu eylem hakkının gerektiğinde kullanılmasıdır.

MİLYONLARI İLGİLENDİREN TOPLU PAZARLIK

Şimdi memur toplu pazarlığı gündemde. Orada da şaşırtıcı bir sonuç beklemeye gerek yok. Eğer etkili ve örgütlü bir iş bırakma söz konusu olmazsa (ki olması epey zor) orada da hükümetin dediği olacak. Kamuda yürütülen toplu pazarlıklar 6,8 milyon işçi, memur ve emekliyi kapsıyor. Bu toplu pazarlıklar Türkiye’nin en büyük ücret pazarlığı ve çalışanların ve emeklilerin yaşam düzeyini doğrudan belirliyor. Dahası diğer çalışanların ücretleri de bu toplu pazarlıklardan etkileniyor. Doğal olarak bu toplu pazarlıklar kamu maliyesinin, kamu giderlerinin en önemli kalemini oluşturuyor. O nedenle hem hükümet hem de emekçiler açısından hayati öneme sahip.

Ancak 7 milyona yakın emekçiyi ve emekliyi ilgilendiren toplu pazarlıklar grev ve toplu eylem hakkı kullanılamadan yürütülüyor. Bu pazarlıklar özgür toplu pazarlıktan daha çok otoriter korporatif bir şekilde (özgür toplu pazarlık ve eylem hakkı kullanılamadan hükümet ile sendikaların görüşmeleri olarak) sonuçlanıyor. Sendikalar giderek birer korporasyona dönüşüyor. Anayasa ve 4688 sayılı yasa ile memurların greve başvurmalarına set çekildi. 696 saylı KHK ile kamu işçileri için konfederasyonların grevsiz toplu iş sözleşmeleri bağıtlamasının önü açıldı. Emeklinin ise masada sendikal temsilcisi yok. Kısaca gerçek toplu pazarlık yok, “mış” gibi toplu pazarlık var. Rica ve minnet var!

İşte bu yüzden hükümetin kamu görevlileri için 2020’de yüzde 3,5+3, 2021 için yüzde 3+2,5 zam teklif etmesine şaşmamak lazım. En düşük memur için 116 TL, ortalama memur için 136 TL anlamına gelen bu teklife nasıl cesaret edildiği çok önemli. Hükümet bu teklifi yapabiliyor çünkü biliyor ki sonuçta kendi dediği olacak. Kamu görevlileri toplu iş sözleşmeleri sisteminde her şey hükümetin kontrolü altına alınmış durumda. Mevzuat adeta bir oya gibi işlenmiş ve her şey hükümetin iradesine uygun şekilleniyor.

Önce temsille başlayalım. 5,5 milyon memur ve emeklisi adına görüşmelere üç kamu görevlisi konfederasyonu katılıyor. Ancak bütün yetkiler en çok üyeye sahip konfederasyonda hatta onun başkanında. En çok üyeye sahip konfederasyon başkanı (şu anda Memur-Sen) “evet derse pazarlık bitiyor. Diğer konfederasyonların masada varlığı sembolik, imza ve Hakem Kuruluna başvurma yetkileri yok. Bu ne demek 1 milyon 20 bin üyeye sahip Memur-Sen başkanı 5,5 milyon memur ve emeklisinin kaderini belirliyor. İşçi sendikaları sadece kendi üyeleri için toplu iş sözleşmesi imzalarken, memur sendikalarına bu hak tanınmadı. Herkes en çok üyeye sahip konfederasyonun imzaladığı sözleşmeye mahkûm. 700 bin civarında üyesi olan diğer konfederasyonların masada hiçbir etkisi yok, 3,8 milyon memur ve çalışanın ise temsilcisi yok. Anlayacağınız tam anlamıyla korporatif bir sistem. Hükümet temsilcisi ile “en çok üyesi olması sağlanan” konfederasyon (Memur-Sen) başkanı son sözü söylüyor. Memur-Sen’in saklamaya dahi gerek duymadığı siyasal iktidarla yakınlığı toplu pazarlığın sınırlarını belirliyor. Kısaca pazarlık “mış” gibi pazarlık yapılıyor.
Gelelim yaptırım gücüne. Velev ki en çok üyesi plan konfederasyon başkanı hükümet teklifine “evet” demedi. Bu durumda uyuşmazlık bir zorunlu tahkim mekanizması olan Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna (KGHK) gidiyor. KGHK ise çoğunluğu hükümet tarafından atanan üyelerden oluşan taraflı bir organ. Oradan da hükümetin istediğine yakın bir sonuç çıkması neredeyse kesin. Bununla da bitmiyor. Memur toplu pazarlığı bilinçli olarak ağustos ayına denk getirildi ve bir ay ile sınırlandırıldı. Bunun 20 günü pazarlığa on günü ise KGHK’ye ayrılmış durumda. Oysa işçilerin toplu pazarlığı aylarca sürebiliyor. Başta öğretmenler olmak üzere kamu görevlilerinin büyük çoğunluğunun tatilde olduğu bir ayda toplu pazarlığı zorunlu hale getirmek ne büyük kurnazlık, nasıl bir deha! Velev ki sendikalar eylem yapacak olsa memurların çoğu yıllık izinde! Görüldüğü gibi memur toplu pazarlığında bütün yollar Roma’ya çıkıyor. Tam anlamıyla grevsiz ve eylemsiz otoriter korporatif bir toplu pazarlık rejimi bir oya gibi örülmüş.

AĞUSTOS AYINDA HAYAL KIRIKLIĞI OLABİLİR

İşte hükümetin yüzde 3,5 zam teklif etme cesareti buradan geliyor. Bütün bu koşullara rağmen kamu görevlileri toplu pazarlığında şapkadan tavşan çıkarmak mümkün mü? Kısmen mümkün. Memur-Sen’in diğer konfederasyonlara karşı içine girdiği güç zehirlenmesi ve kibir halini bir tarafa bırakması ve kamu görevlilerinin ortak çıkarları doğrultusunda Memur-Sen, Kamu-Sen, KESK ve Birleşik Kamu-İş’in ortak hareket etmesi halinde güçlü bir uyarı eylemi ortaya konabilir ve bu irade farklı bir sonuca yol açabilir. Kamu görevlilerin ekonomik ve sosyal hakları için sendika kararıyla iş bırakılması ve greve gidilmesi Anayasa Mahkemesi kararıyla bir hak olarak tescil edildi. Kamu görevlileri iş de bırakabilir, greve de gidebilir toplu eylem de yapabilir. Hukuksal bir engel yoktur. Yeter ki zihinlerde engeller olmasın. “Mış” gibi yaparak, basın toplantılarıyla geçiştirerek sonuç almak mümkün değil.

Görünen köy kılavuz istemez. Kamu görevlileri toplu pazarlığı da malumun ilamı olacak ve hükümetin istediği şekilde sonuçlanacak. Etkili bir sendikal güç yoksa, hak arama için toplu eylem iradesi yoksa ağustos sonunda hayal kırıklığına uğrayacaksın, şaşırma!