24 Haziran seçimlerinden yaklaşık bir yıl önce, 20 Ağustos 2017’de, bu köşede yayınlanan “Yapılmış gibi yapılacak bir seçime doğru” adlı yazıda yaklaşmakta olan seçimlerden bahsetmiş ve sonra da şöyle demiştik:

“Gelecek yıl ya da en geç 2019’da bir seçim yapılacak ama rejim bu seçimi olabildiğince “–mış gibi yapılmış bir seçim”e çevirmeyi hedefleyecek. Devletin bütün olanaklarıyla girilecek, muhalefetin sindirildiği, medyanın rejimin propaganda aracına dönüştürüldüğü ve elbette ki kimi muhalefet liderlerinin ya da yöneticilerinin tüm bunların bir parçası olarak tutuklanabileceği, yani ‘serbest seçimler’den başka her şeye benzeyecek ama adına ‘demokrasi şöleni’ denilecek bir seçim sürecine tanıklık edeceğiz.”

24 Haziran sürecinde yukarıdaki paragrafın neredeyse birebir gerçekleşmesine tanıklık ettik. Kimse çıkıp “OHAL sürüyorken, bir siyasi partinin lideri ve vekilleri içerideyken, ana muhalefet partisinden bir vekil hala tutukluyken, bu seçim yasasıyla, bu adaletsiz koşullarda, bu şartlarda ne seçimi” demedi. İktidar bir seçim yapılmış gibi yaparken, bütün bir muhalefet de buna ortak oldu ve o da –mış gibi yaptı. Sonuçta ise ne oldu hepimiz yaşayarak gördük.

Peki, –mış gibi yapılmış bir seçime nereden gelmiştik? Elbette ki şuradan: İktidarda rejimi değiştirmek isteyen değil de sıradan bir parti bulunuyormuş gibi yapmaktan, referandum örneğinin aksini gösterdiği halde hala normal seçimler olabilirmiş gibi yapmaktan, hala anayasa, anayasa mahkemesi, kuvvetler ayrılığı ve hala bir Meclis varmış gibi yapmaktan…

Şimdi ise yine aynı noktadayız. Seçimler bitti, OHAL güya kaldırıldı ama OHAL’i süreklileştiren bir kanun maddesi çıkarıldı, güya KHK’lar gitti ama yerini CBK’lar, yani Cumhurbaşkanlığı kararnameleri aldı, egemenliğin mekânı Saray oldu, devlet biçimi ve rejim değişti ama iktidarıyla muhalefetiyle –mış gibi yapılmaya devam ediliyor.

Bunun son örneği ise Meclis. “Reis” yıllar önce gayet dürüst bir şekilde “parlamenter sistemi fiilen rafa kaldırdık” demiş, Bahçeli ise “hukuki durumu fiili duruma uydurmak gerekir” diyerek ona destek vermişti. Önce 16 Nisan referandumu sonra da 24 Haziran seçimleriyle birlikte fiili duruma hukuk uyduruldu ve parlamenter sistem ortadan kaldırıldı. Peki parlamenter sistemin ortadan kaldırıldığı ve dünyadaki demokratik örnekleriyle uzaktan yakından alakası olmayan bir başkanlık sisteminin kurulduğu yerde bir parlamento olabilir mi? Hayır olamaz ama varmış gibi yapılmaya devam ediliyor.

İşte geçtiğimiz hafta Meclis açıldı, Tekirdağ’daki tren kazası ve “FETÖ”nün siyasi ayağı hakkında muhalefetin verdiği önergeler “Cumhur ittifakı”nın oylarıyla reddedildi, “bedelli askerlik” ve süreklileşmiş OHAL yasalaştı -ki istense bunlar bir kararnameye bakardı- sonra da Meclis 1 Ekim’e kadar tatile yollandı.

Kendisi de milletvekili olduğu halde, hiçbir zaman hakikati dile getirmekten kaçınmadığını bildiğimiz ve en çok bu yüzden sevdiğimiz Ahmet Şık da, kürsüde uğradığı saldırı sonrası Duvar’da yayınlanan röportajında bu duruma dikkat çekiyor ve şöyle diyordu:

“Meclis’e getirdikleri ve OHAL’i kalıcılaştıracak düzenlemeyi aslında pekâlâ KHK’yla da yapabilirlerdi. Fakat bu işi, yarın bu yasanın uygulamasına yönelik tepkiler geldiğinde ‘bu düzenlemeyi Meclis yaptı” diyebilmek, kendilerince kamusal meşruiyeti sağlamak için özellikle parlamentoya getirdiler. ‘Bakın, muhalefet itirazlarını dile getirdi, tasarı tartışıldı ve onaylandı’ diyecekler. Bunun adı ‘mış gibi’ demokrasisidir.”

“Eskiden de böyle değil miydi” denebilir elbette bu noktada haklı olarak. Evet, eskiden de aşağı yukarı böyleydi ama artık bir fark var. Meclis insanların önüne adeta oyalansınlar ve bir Meclis’in bulunduğuna inanmaya devam etsinler, Meclis dışı herhangi bir muhalefet pratiğini akıllarına dahi getirmesinler diye atılırken, o sırada rejim değişikliğine uygun Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin çıkartılmasına ve devletin mimarisinin değişimine devam ediliyor. Yani ülke Saray’dan yönetiliyor, gerçek kararlar orada alınıyor.

Bir durum karşısında ne yapacağınıza karar vermenin yolu öncelikle o duruma dair bir tespit yapmaktır, taktik ve stratejinizi buna göre belirler, yol haritanızı buna göre şekillendirirsiniz. Eğer hala bir Meclis’in bulunduğuna inanıyor ve o Meclis’in hala bir mücadele platformu olduğunu düşünüyorsanız, ona göre bir siyasal strateji geliştirirsiniz. Yok eğer artık ortada yeni bir rejim varsa ve o rejimin kendi meşruiyetini tesis için başvurduğu mekanizmalardan biri de bir Meclis varmış gibi yapılmaya devam edilmesi ise o zaman tıpkı diğer bütün mekanizmaları reddettiğiniz gibi bunu da reddedersiniz.

Belki hemen değil ama yakın bir zamanda hem bu reddedişin nasıl olacağı hem de bunun üzerine inşa edilecek muhalefet pratikleri üzerine daha çok konuşacağız; ancak şimdiden, ortada bir “–mış gibi demokrasisi” bulunduğunun dile getirilmesi, bunun deşifre edilmesi ve topluma yüksek bir sesle anlatılması gerekiyor.