İki gün sonra İstanbul’daki seçmenler yeniden sandık başına gidecekler. Seçimin son haftasında yaşananlar, özellikle AKP adayı Binali Yıldırım’ı seçtirmek isteyenlerin yazdıkları, söyledikleri AKP’nin bir siyasi parti olarak artık miadını doldurduğunu, siyasi tarihimizde yerini almak üzere tarihin sayfalarına gömülmeye başladığının göstergeleridir. İstanbul belediyesini kazanarak başladıkları siyasi serüvenleri, aynı belediyeyi kaybetmekle sona doğru gidecek. Gerçi 31 Mart […]

İki gün sonra İstanbul’daki seçmenler yeniden sandık başına gidecekler. Seçimin son haftasında yaşananlar, özellikle AKP adayı Binali Yıldırım’ı seçtirmek isteyenlerin yazdıkları, söyledikleri AKP’nin bir siyasi parti olarak artık miadını doldurduğunu, siyasi tarihimizde yerini almak üzere tarihin sayfalarına gömülmeye başladığının göstergeleridir. İstanbul belediyesini kazanarak başladıkları siyasi serüvenleri, aynı belediyeyi kaybetmekle sona doğru gidecek.

Gerçi 31 Mart öncesi de benzer söylemlerde bulunuyorlardı ancak bu son hafta söylenenler bir tükenmişlik durumunu açıkça ortaya koyuyor.

“İstanbul düşerse Kudüs düşer” pek karşılık bulmamıştı. Bunun üzerine Yunanistan’a yöneldiler; “seçim sonuçlarına en çok Yunanlılar seviniyor” çünkü Pontuslular Karadeniz bölgesinde yaşıyordu ve İmamoğlu da bir Karadenizli. Bu ve benzer ifadeler ortalama bir AKP üyesi tarafından kullanılmadı, daha etkili pozisyonlarda bulunanlar tarafından söylendi. Hatta Ankara’nın devrik belediye başkanı attığı bir tweette İmamoğlu’nun kravatının mavi olması nedeniyle “yunan bayrağını” temsil ettiği için bu renk kombinasyonunu kullandığını söyledi.

Yasal olmayan yollardan elde ettikleri otel güvenlik kamerası kayıtlarını medyaya servis ederek, bakın “Sorular CHP adayına önceden verildi” diyorlar. Ne sorulmuştu hatırlıyor musunuz?

“YSK seçimi niye iptal etti?” “İstanbul’un ulaşım sorunu için ne planlıyorsunuz” “Projeleriniz nelerdir?” vs. Demek ki bu soruları önceden bilmek önemliymiş. Yoksa seçimi kazanmasına rağmen mazbatası YSK tarafından elinden alınan İmamoğlu bu konuları hiç merak etmemiş. “Madem soracaklar o zaman ben de hazırlanayım diye düşünmüş.” Tabi sorular çalıştığı yerden gelince de tak tak tak yanıtlamış.

Son kulvara girildiğinde AKP’nin söylemleri de iyice anlamsızlaşmaya başladı. “Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı?” sorusu, içinde bulundukları çaresizliğin göstergesidir. Sanırsınız İstanbullular Pazar günü İBB’ye Başkan değil, Mısır’a Paşa seçecekler.

Yani anlayacağınız, bir stratejileri yok. Onlar için artık “doğru” sözcüğü bir anlam ifade etmiyor, haksızlık etmekten çekinmiyorlar, yeter ki seçmenin kafasını karıştırabilsinler. Tüm kurgu bunun üzerine. Tıpkı langırt masasında oyunu oynamayı bilmediği için kolları durmadan çeviren, nasıl olsa bir yerden denk gelir diye uman birisi gibi davranıyorlar.

23 Haziran gecesinin sonuçlarını onlar da tahmin ettikleri için “Ordu’daki olayla ilgili yargının vereceği karar İmamoğlu’nun önünü kesebilir” diyerek seçmen iradesini baskılamaya çalışıyorlar.

Peki, bu çaresizlikleri neden? Çünkü 25 yıldır İstanbul’u, 17 yıldır da ülkeyi yöneten bir siyasi hareket yeni ne söyleyebilir ki? İşsiz sayısının yedi milyonu geçtiği, insanların gıda harcamalarını dahi kısmak zorunda kaldığı, ekonominin küçüldüğü, borçların devasa boyutlara yükseldiği, dış politikada önemli sorunların yaşandığı ve bütün bunların sorumlusunun da mevcut iktidar olduğu bir dönemde ne söyleyebilirler ki? “Yaptık yine yaparız” söylemini mevcut ekonomik verilerle değerlendirdiğimiz de “yine yapacakları” şeyin ekonomik krizi derinleştirmek olduğunu İstanbullu seçmenler de görüyor. Bu nedenle bu sloganı kullanmayı bırakıp, Mısır’daki Sisi’den, Ordu havaalanı VIP’te söylendiği iddia edilen sözcüğe kadar, milletin ilgilenmediği konular üzerinden seçim kampanyası yürütüyorlar.

Ama son sözü İstanbullular iki gün sonra söyleyecek. Ve görülen o ki, o kadar yüksek sesle söyleyecekler ki 24 Haziran’dan itibaren Türkiye’de siyasetin yeni bir döneme girdiğini ve ülkede her şeyin çok güzel olacağını duymayan kalmayacak.