Miss Highsmith 100 yaşında

Polisiyeye tepeden bakanların bile iyi edebiyatçı saydığı Patricia Highsmith bundan tam 100 yıl önce bugün Fort Worth, Texas’ta doğdu. Genç meslektaşına “endişenin şairi” diyen yaşça büyüğü emsalsiz yazar Graham Greene gibi onun da birçok romanı beyazperdeye uyarlandı. Hatta ikisinin de beyazperde ile yakınlıkları ilk romanlarıyla başladı. Ancak, Patricia Highsmith burada bir adım ileri gitti. Çünkü onun ilk romanı “Strangers on a Train”in (Trendeki Yabancı) uyarlamasına talip olan kişi, Sir Alfred Hitchcock’tı. Dahası, senaryosunda Raymond Chandler’ın de imzası vardı.

Evet, bugün Amerikalı roman ve kısa hikâye yazarı Mary Patricia Plangman (sonradan üvey babasının soyadını alacaktı) doğalı yüz yıl oldu. Sağlam bir gerilimi kusursuz bir kurguyla birleştirirken, insanı beklenmedik anda zaafları ve hatalarıyla da yüz yüze getiren Highsmith, 1950’de yayımlanan ilk kitabından itibaren hep film yapımcılarının ilgisini çekti. 2021 yılında da bu ilginin azalmadığını görüyoruz. Highsmith’in sinemaya daha önce de uyarlanan romanı “Deep Water” (Derin Sular) bu yıl yeniden hayal perdesine yansıyor. On dokuz yıl sonra sinemaya dönen Adrian Lyne’in (Fatal Attraction/Öldüren Cazibe) yönettiği filmde sevgisiz bir evlilikleri olduğunu gizlemeye çalışan karı-kocayı Ben Affleck ile “Knives Out/Bıçaklar Çekildi”nin masum hemşiresi Ana de Armas oynuyor. Bakalım Lyne mutsuz çifti İsabelle Huppert ile Jean-Louis Trintignant’ın oynadığı 1981 yapımı Michel Deville filmi ile aşık atabilecek mi?

Arada neler geldi geçti peki? Öncelikle Tom Ripley elbette. 1955 tarihli “The Talented Mr Ripley/Yetenekli By Ripley” ile başlayan uyarlamalardan beş kitap da nasibini aldı. Özellikle Anthony Minghella’nın 1999’da yönettiği ve Matt Damon, Gwyneth Paltrow, Jude Law, Philip Seymour Hoffman ve Cate Blanchett gibi oyunculardan oluşan bir kadroya sahip olan uyarlaması hatırlardadır. Yaşı tutanlar ise, Fransa yapımı daha eski bir uyarlamayı unutamaz. René Clément’ın sadece hikâyesi ve oyunculukları değil, görüntüleri de nefis olan filmi “Plein Soleil”, bütün Ripley uyarlamaları içinde apayrı bir yere sahiptir. Bu nefis görüntülere filmin renkli gözlü üç kahramanı da dahil. Clément bizi o zamanlar Alain Delon, Maurice Ronet ve Marie Laforêt yakın çekimleriyle sersemletmişti.

Bu ürkütücü Fransız şıklığının yanı sıra Wim Wenders, Liliana Cavani gibi seçkin Avrupalı yönetmenler de yazarı kendi üsluplarıyla aktardılar. Hollywood, Hitchcock’ın filminden sonra Highsmith’e pek ilgi göstermese de, Avrupalı sinemacıların yazara duydukları ilgi Ripley’le sınırlı kalmadı. Ki, bazen o Ripley’de Patricia Highsmith’in ta kendisinin yankılandığı iddia edilmiştir. Yazarın ruhunu yakalamaya çalışan biyografilerinin adlarında “Yetenekli Miss Highsmith”, “Güzel Gölge” gibi tanımlara da rastlanır.

Richard Bradford ise kitabı “Devils, Lusts and Strange Desires: The Life of Patricia Highsmith”le bir başka Highsmith biyografisi kotarmış. Şeytanlar, şehvet ve tuhaf arzuları ne kadar yakalayabilmiş bilemeyiz ama, Highsmith romanlarının aslında ömür boyu süren bir otobiyografi olduğunu söylüyor. “Ripley gibi cani ruhlu bir psikopat değildi ama kendi kişiliğiyle biçimlenen biriydi.”

Sinemacıların Highsmith gerilimlerine ilgisi sayesinde, bu biyografilerin bolca görseli de oldu. Ripley maceraları dışındaki Avrupa filmleri arasında Claude Chabrol’un 1987 tarihli “Le cri du hibou”su (Baykuşun Çığlığı) ile Hans W. Geissendörfer’in yönettiği ve yazarın kendisinin de onayladığı söylenen 1978 yapımı “Die gläserne Zelle”yi (Cam Hücre) unutmayalım. “Carol”un ise kendine özgü bir yeri var. Joan Schenkar’ın 2009 tarihli kitabı “The Secret Life and Serious Art of Patricia Highsmith” (Patricia Highsmith’in Gizli Hayatı ve Ciddi Sanatı) pek cazip bir “diyagram”la değindiği “The Price of Salt / Tuzun Bedeli”, 1952’de bu adla ve Claire Morgan nam-ı müstearıyla çıkmıştı. Todd Haynes’in yönettiği filmdeki aşk hikâyesinin kadın kahramanlarını ise Cate Blanchett ile Rooney Mara oynadı ki, kült bir film desek yalan olmaz.