Aşağıya inmek de iş. Pijamanı çıkar, pantolon giy, in çık. Zaten ben inene kadar bir bakmışım ölmüş. Biraz daha bekleyeyim

Miyav

ATEŞ İLYAS BAŞSOY / atesilyasbassoy@gmail.com

Arabanın biri bir sokak kedisine çarpmış... Çığlıklar, gürültüler. Ben de evdeyim, malum yaz vakti pencereler açık, ne olduğunu anlamak için baktım.

Bakmaz olaydım... Sarman cinsi bir kedi, asfaltın üzerine yatmış debeleniyor. Ölürken böyle can çekişir bu hayvanlar, dört ayaklarını da sanki hayali bir ülkeye gidiyormuş gibi oynatırlar, vücutları şiddetle titrer, öyle ki benim gibi üçüncü kattan baksan bile bu titremeyi görürsün. Başka kediler çevresine toplanmış, şaşkın şaşkın bekliyorlar. Duyduğum çığlıklar da o sırada oradan geçen birkaç gençten çıkmış, ne yapacaklarını bilemedikleri için kaçıyorlar.

Galiba en doğrusu da bu. Yapacak bir şey yok, hayvan kısa sürede ölecek. En iyisi bu durumu görmezden gelmek. Çarpan zaten çoktan basıp gitmiş. Hem gitmese ne olacak? Diyelim ki şoförü yakaladık, ne diyeceğiz? Muhtemelen onun hiçbir suçu yoktur. Bu kedi milletini bilirsiniz, bir anda sokağa fırlayıverirler. Demek bu sarmanın da vadesi dolmuş. Üzücü bir durum ama kimsenin elinden bir şey gelmez.

Nihayetinde sokaklarda milyonlarca kedi var. Belki bu sokakta günde üç kedi ölüyor da haberimiz olmuyor. Ben sabahtan akşama kadar işteyim, uyudum mu da derin uyurum, araba çarpar, motor çarpar, kediler hep ölür. Kim bilecek?

Marketten etleri de ambalajda makarna gibi alıyoruz, göz görmeyince, gönlün umurunda mı?

Bunları söylüyorum ama beni kalpsiz bir insan sanmayın lütfen. Kedinin çırpındığı sahneyi görür görmez alt üst oldum. Dedim ya, görmez olaydım. Bari çabucak ölseydi, ölüsünü görsem bu kadar etkilenmezdim ama o can çekişme titremesi var ya. Öff ki öff...

Pencereden çekilip koltuğu yığıldım. Telefonu açıp kafamı dağıtmak istedim. Sokakta bir sessizlik, sadece kedinin miyavlaması duyuluyor. Bir miyavlamak ki sormayın. “Miyaaaav, miyaaaav” diye bütün sokağı inletiyor.

Pencereyi kapayayım diye düşündüm ama o zaman da evi sıcak basacak. Hem ben pencereyi kapayana kadar ölür zaten.

İnsan bazen içindeki kötü hisleri paylaşmak ister. Kalkıp öteki odaya gideyim, çocukların duymayacağı şekilde hanıma söyleyeyim istedim. “Karıcım, bir araba çarpmış, bir sarman kedi arka sokakta can çekişiyor” demek geldi içimden. Sanki bunu söylesem, içim rahatlayacak biraz. Hani şeytan filmlerinde ruha giren şeytan çıkartılır ve şeytan başka vücuda girer ya, onun gibi.

Ama bundan da vazgeçtim. Kadıncağızı niye üzeyim ki? Bir de bu kendini tutamaz, arka odaya koşar, pencereden bakar. O böyle yapınca çocuklar da koşar. Aman aman... Hiç bilmesinler daha iyi. Hele çocuklar hiç bilmesin. Ben bile kendimden geçtim, çocukların beynine işler o görüntü maazallah.

Onlar benim gibi değil, eve gelir gelmez televizyonlu odaya geçerler. Bir yandan televizyon açık, bir yandan ellerinde cep telefonları. Kız ergene girdi, normaldir; ilkokula giden oğlanın da elinde telefon. Hanım desen, Ipad’in başında çiftçilik oyunu oynar. Evet, çok doğru, ben hiç gitmemeyim o odaya. Burada durayım, kedi de az sonra ölür zaten.

Ama ölmüyor. Aşağıdan hâlâ o yanık miyav sesi geliyor. Yav şu koca mahallede kimse yok mu? Biri kalksın bir şey yapsın. Bu kadar insan var, niye kimse bir şey yapmıyor? Ne bileyim, veterinere götürülsün, evet ezilmiş ve ölecek ama hiç olmazsa veterinerde ölsün.

Ya da, şimdi insan söylemeye çekiniyor ama bu da doğanın kanunu bir yerde: Biri öldürsün hayvancığı. Acı çekmesin. Hani atları vururlar ya. Tek düşündüğüm hayvancığın acılarının son bulması.

Bir de şu miyav sesleri gerçekten asabımı bozdu. Bakın ben ağır bir işte çalışıyorum. Üstümde bir sürü yavşak, altımda kuyumu kazmaya çalışan bir personel, vefasız kitapsızların arasında sıkışmış durumdayım. Herkes iki yüzlü, herkes kötü, herkes üstüme geliyor. Karımla zaten kardeş gibiyiz, çocuklar büyüdükçe benden utanıyorlar, sağ yanımda sürekli artan bir ağrı var doktora gitsem kim bilir ne diyecek, yıllardır kredi kartlarının asgarisini ödüyorum, kıçıma kadar faiz borcu... Yani burama kadar doluyum. Akşam şu odada ayaklarımı uzatıp dinlenmekten başka hiçbir dileğim yok. Ve bu anasını sattığımın kedisi de bir türlü geberemedi. Öl ulan öl. Öl de bir rahat soluk alayım.

Sabır. Sabır. Saate bakıyorum. Saate bakınca geçmez bu zaman. Ama yine de sabrediyorum. Odada dolaşmaya başladım. İnip vurayım şu kedinin kafasına. Ama komşular... Biliyorum ki hepsi beni izleyecek ve hepsi içlerinden “oh” demelerine rağmen bir de bana bağıracaklar, hatta belki polise şikayet edecekler. Bunun için hapse atılırmışım, iyi mi? Her şey mümkün, bu milletten her türlü adiliği bekleyeceksin. Ne öne çık, ne geride kal, hayatın kuralı bu.

Sonra inmek de iş. Pijamanı çıkar, pantolon giy, in çık. Zaten ben inene kadar bir bakmışım ölmüş. Biraz daha bekleyeyim.

Veya gideyim şu odaya, ben de televizyon izleyeyim. Tabii ya, niye takıldım kaldım ki bu odada? İşte Benim Stilim oynuyor, duyuyorum. Acaba kayıp kız bulundu mu? Diriliş de var bu gece. Ondan ona zaplarım.

Çocukların içinde osuramıyorum da artık. O özgürlüğüm de gitti. Kızım eskiden “Öf baba” derdi, şimdi “İğrençsin” deyip kaçıyor. Öteki odaya kaçarsa kedinin sesini duyar. Al sana yeni bir açmaz.

Bir yandan da osurasım geldi ama tam da değil. Biraz daha bekleyeyim. Belki bu arada kedi ölür. Ben de tek başına rahat rahat osururum.

İllüstrasyon: Birol Bayram