Bu hafta değişik zamanlardaki yazılarımdan seçtiğim ‘güncel içerikli’ paragrafların sağıyla soluyla oynayıp sunuyorum

Miyop vicdan

Bu hafta değişik zamanlardaki yazılarımdan seçtiğim ‘güncel içerikli’ paragrafların sağıyla soluyla oynayıp sunuyorum.

Vicdan miyoptur
Vicdan ne oldu deniyor, vicdan durduğu yerde duruyor, bir yere gitmiyor. Sadece vicdanda bir miyopluk var, kendisine yakın olan dışındakinin başına gelen durumlarda işlemiyor; vicdan durumu kendisiyle ilgili görmeyip ‘devre dışı’ kalıyor. Çünkü ‘öteki’ni insan saymayan bir mekanizma propaganda araçlarıyla zihinlerimizde harekete geçiriliyor. Vicdanımızın başka türlü kabul edemeyeceği olaylara böylece rıza gösteriyoruz.

Öfke ‘ilerici’ bir duygu mudur?
Harekete geçirici bir duygu olan öfkenin önemli bir problemi var; öfke düşünce sistemlerini tek kanala sıkıştıran kalıpçı bir yan taşır. Sadece öfke üzerine kurulu başkaldırılar alevlenir ve söner. O nedenle öfke duygusunun verdiği bir haklılık ve tepkileri zaman içinde ilerici yanını kaybedebilir. Bir başkaldırının sadece öfkeye dayanıyor olması önemli bir zaaf yaratır. Toplumda kutuplaşmayı körükleyici söylemlerde taraf olduğunuz zaman aynı söylemi kızıştırarak paylaşma tehlikesi olabilir.

Tercihleri anlamak
Mevcudun kötü olduğunu kabul ediyor olsa bile toplum, daha iyisinin olduğunu düşünmediğinde eldekiyle idare eder. Halk deyişlerine bakın, “gelen gideni aratır vs…” tercih anlarında ne kadar güçlü muhafazakâr ve statükocu yanlarımız olduğunu görürüz. Eleştirmeden önce anlamak lazım.

Ruh halimiz?
Toplum  belirsizliğin arttığı, tekinsizlik hissi yaratan ve geleceğin giderek sislendiği koşullarda ‘tehlikedeyiz’ stresine kayar. O nedenle teklik, sıkıdüzen ve otorite arayışı artar. Toplumların otoriter yapıları tercih ettiği dönemler, dengenin altüst olduğu ve ne pahasına olursa olsun denge arayışının olduğu dönemlerdir.  

Türkiye’yi iyi tanıyan birisi
‘... Memleketimizde 12 yıl oturup bize hayran giden ressam Leopold Levy bir gün bana şunu söylemişti: “Siz ferd olarak, cemiyet olarak sayısız meziyetleri bulunan bir milletsiniz. İçinizde biraz yaşayıp da sizi sevmemek imkansızdır. Yalnız acayip bir huyunuz var. Daima bir şey bekliyormuş gibi yaşıyorsunuz. Bir şey ki, size her şeyi toptan düzeltmek, değiştirmek imkanını verecek ve o olana kadar siz biraz da hayatınızın dışında yaşıyorsunuz. İşte tek anlamadığım tarafınız budur. Hayat yaşanmak içindir, beklemek için değil.” (Yaşadığım Gibi, Ahmet Hamdi Tanpınar)

Mizah neden önemli?
Mizah ömrümüzün bir bölümünü (yine) ziyan ettirdiğimiz hissinin verdiği hüzünle başa çıkmak için bir neşelenme arayışı. Baskı dönemlerinde toplumdaki kararmanın verdiği kasvetle başa çıkmak için bir çıkış yolu.
Mizahın toplumsal baskılara dayanabilmeyi sağlayan, insani reflekslerimizi canlı tutan bir yanı var. İçinde olduğumuz acılı ve acıklı durumdaki gülünçlüğü görüp başkalarına göstererek duruma dayanabiliyoruz.  Mizah beynimizi basit bir hücreler toplamı olmaktan, bizi de akıllı bir makineden ibaret kalmaktan kurtarıyor.


Sebep sonuç ilişkisi kurmak
Her beceriksizliğin bilerek ve planlı yapıldığını sanmak, insanların tek tek yetersizliklerinin birçok trajik olayın kolaylaştırıcısı olabildiğini unutmak olayların sorumlularını ararken yapılan hataların bir kısmını oluşturuyor.
Hiç bir olayın tek bir açıklaması yoktur, ama bizim aklımız da birden fazla sayıda açıklama ile karışır. Akıl en ‘akla yakın’ olanı kabul eder. Akla yakın olmak hakiki olmak anlamına gelmez.
Bozuk düzende güven yoktur, teslimiyet vardır.
Bu düzenin böyle gelmiş olup böyle gitmesi bir yandan işimize gelir. Kendi ömür sınırlarımız içinde sahici ve kalıcı bir iyileştirmenin pek de mümkün olmayacağına inanıyorsak, bu düzenin içindeki ‘sistem’leri keşfeder, aradan süzülürüz… Ormandakine benzer bu sistemde Güçlü ve Kurnaz olup biz de küçük ‘yolsuzluklarımız’la var olmaya çalışır, ‘düzen bozuk’ diyerek de kendi bozulmuş ahlakımıza mazeret yaratırız. O zaman düzenin bozukluğuna yürekten bir muhalefet imkânını yitirdiğimiz gibi, sistemin esastan bir parçası olarak yaptığımız karşı çıkışların etkisi de cılız kalır.


Düzen delirtir mi?
Tek bir cevap yok, bozuk düzen normalleştirir; demokratik bir düzen delirmeye fırsat verir. Normal kılma ve normale uymayanın yaşamda kalışını zorlaştırmaya dayalı düzenler, demokratik devlet yapılarından uzaklaştıkça bu özelliklerini belirginleştirirler. Batı tipi çoğulcu demokrasilerin normalleştiremeyiciliği ve delirmeye, anormalleşmeye, sapkınlaşmaya (en azından) tahammülü bizimki gibi otoriter düzenlerden esas farkın ortaya çıktığı noktalardan birisidir. Yakın geçmişte kendilerini sosyalist olarak tanımlamış düzenlerin de delilik ve normallik’e karşı otoriter tutumu başlangıçlardaki kısa baharların ardından sürece hızla hâkim olmuştur.
Bozuk bir düzende, sadece zorunlu olanı yaparak günlerimizi geçirir, önemli olanı yapamamış olmanın eksikliği ile kıvranırız. Önemli olanı görmemeye çalışmak, hatta önemini yadsımak da acı çekmemenin bir yöntemi olur. Acı çekmemek için normalleşmek… Bozuk düzenin bizi razı ettiği pazarlık budur.


Korku ve güç
“İnsanı yoldan çıkartan güç (kudret) değil korkudur. Gücü kaybetme korkusu gücü kullananları bozar (yoldan çıkartır); gücün eziciliğinden korku ise gücün ‘kırbacını yiyenleri’ bozar, çürütür.” (Aung San Suu Kyi; Burma/Myanmar’lı mecburi siyasetçi/insan hakları savunucusu)