Bu ülke kurulurken Anadolu’nun her köşesinde büyük bir yoksulluk ve yoksunluk hali yaşanmaktaydı. Koskocaman bir İmparatorluk geride kaldırılması her bakımdan zor bir enkaz bırakmıştı. Uzun savaşlar elbette halkın fakirleşmesinde etkendi ancak çöküşün ana nedeni Osmanlı Sarayı’nın politik ve ekonomik tercihleriydi. Düyun-u Umumiye’ye teslim oldukları dönemde dahi şaşaadan vazgeçmemişlerdi. Devlet sistemi tepeden tırnağa sarsılırken Saray itibarını o günün “çılgın projeleri” ile muhafaza etmek derdindeydi. İmparatorluk miadını doldurup Cumhuriyet ilân edildiğinde yalnızca yönetici kadrolar değil öğretmeninden doktoruna Anadolu’da görev yapmak için yollara düşen herkes bu acı gerçekle yüz yüze kalmıştı.

Cumhuriyet’in eşitlikçi bir memleket yaratma konusunda karnesi parlak olmadı maalesef. Fakat saltanat zamanlarındaki uçuruma da dönülmedi ta ki AKP-MHP tarafından tek adam rejimi kurulana dek. Bugün birçok açıdan devleti yönetenler ile halk arasındaki çelişki İmparatorluğun çöküş dönemlerine benzer bir tabloya dönüştü. İktidarın kaynaklarını da besleyen Kayseri, Antep, Bursa gibi birkaç şehir dışında Anadolu’da derin bir yoksullaşma süreci yaşanıyor. Aynı dönemde Sayıştay raporunda görünmeyen Saray’ın harcamaları dudak uçuklatıcı rakamlara ulaşıyor.

Geçinemediği için her gün insanların canına kıydığı, ocakların söndüğü Türkiye’de Beştepe’ye önümüzdeki yıl tahsis edilecek ödenek 3.1 milyardan fazla. Halk tenceresini kaynatamıyor ama Saray 2018’de yalnızca tek kullanımlık mutfak eşyaları için 1.4 milyon, çatal-bıçak, sofra takımları için 1.5 milyon lira harcamış. Mutfak harcamalarının halkın belini büktüğü günlerde sırf ‘ağız tadı’ için baharatlara, çeşnilere, tatlandırıcılara 118 bin lira ödenmiş. Görünen o ki ‘ecdadına’ özenen iktidar Saray’daki yaşam tarzıyla ‘gereğini’ pek güzel yerine getirmiş. Kamu bütçesini keyfi bir biçimde har vurup harman savurmuş.

AKP’li belediyelerin birçoğunda da benzer bir durum var. Yerel seçimlerden sonra ortaya çıkan tablo 25 yılda Ankara ve İstanbul’un nasıl borç batağına sürüklendiğini gözler önüne serdi. Yarım kalmış işleri bitirmek için kaynak arayan İmamoğlu ve Yavaş ise iktidarın engellemesiyle karşı karşıya. Yandaş müteahhitlere kasalarını açan kamu bankaları İBB’nin kredi başvurularını cevapsız bırakırken Yavaş’ın kredi için istediği onay AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Şimdi hem İmamoğlu hem Yavaş yeni ve kamucu seçenekler bulmak mecburiyetinde.

Muhalefetin belediyelerine ambargo uygulayan, çalışanın kıdem tazminatına göz diken, EYT’lilere haklarının verilmesini hazineye yük olarak göstermeye çalışan iktidar muhafazakâr popülist söylemle halkın sırtındaki asıl kamburun kendisi olduğunu gizlemeye çalışıyor. Diyanet’e aman isyan etmeyin diye hutbe okutturuyor, uydurma hikâyelerle dindarlar – laikler gerilimi yaratmak için elindeki tüm araçları seferber ediyor, yeni Kabataş fantezileri üretiyor ama olmuyor. Zira mızrak çuvala sığmıyor. Karnı açken TOKİ’nin milyonlarca lira akıttığı Millet Bahçelerine ya da Yeni Osmanlıcı düşlerle Cibuti’de inşa edilen camiye bakarak iktidara methiye düzecek milyonlar yok artık.

İktidar derin bir politik krizin içinde debelenirken kimin kim ile yan yana durduğu eskisi kadar gizli saklı değil. Zemini bataklığa çevirenler şimdi o bataklıkta birbirini derine çekiyor. İktidarın etrafında saf tutanlar ya da bu düzenin devamından yana olanlar birlikte fotoğraf veriyor, açık açık ittifak mesajları yolluyor. CNNTürk’ün termik santrallere filtre maliyetini hesaplayıp santrallerin bacasına filtre takılmasını 2,5 yıl erteleyen kanun teklifini aklaması böyle bir örnek. Belli ki o cenahta ana akım gibi görünme ihtiyacı dahi kalmamış. Mafya lideriyle Vatan Partililerin “yemekte buluşması” ise bir başka “şeffaflık” örneği. Yan yana gelenlerin sicili, karakteri ortada. AKP’ye her fırsatta omuz verenlerin maskeleri düşünce ortaya aynı kirli suratlar çıkıyor.

Saray’a ve etrafında kümelenenlere karşı güçlü bir halk ittifakı kurmak için bundan uygun bir tarihsel moment olamaz. Herkes her şeyi görüyor denir ya öyle zamanlardayız çünkü. Bugün hesap sormaya davet eden, sesi gür ve cesur çıkan bir siyasi iradeyi ilmek ilmek örmek mecburiyetindeyiz. O irade bacasına filtre taktırmaya direnen işletmeleri siz halk sağlığını tehdit ettiniz diyerek kamulaştırabilmeli, en azından bunun çağrısını yapabilmeli. Borazan medyanın muhabirini, sunucusunu boykot etmekle kalmayıp haber yerinden kovabilmeli. Halkın seçtiği belediye başkanlarını iktidara güvenip hedefe koyanları teşhir edebilmeli. Muhalefete de havanda su dövmeyi bırak diyebilmeli. Fincancı katırını ürkütmeden siyaset yapmanın miadı dolmuştur.