Bir adam sabah erkenden kalktı. En pahalı en gösterişli takım elbisesini giydi. Ayakkabılarını parlattı. Kameralar karşısına geçecek ve bir nümayiş sergileyecekti. O birkaç dakika sürecek nümayiş gerçeğin üzerinin örtüldüğü bir gösteri olacaktı. Her şey planlanmıştı. On binlerce çocuğun çalışmak zorunda bırakıldığı, okul terkinin yüz binlere, milyonlara ulaştığı, eğitime, sağlığa ulaşamayan çocukların şimdi de ekmeğe, süte ulaşamadığı bir gerçekliğin unutturulduğu bir gösteriyi başarıyla gerçekleştirecekti.

İşte o adamın tam o anı beklediği dakikalarda gerçekleri gizlemenin, saklamanın imkansız hale geldiği o anda bir çocuk “Okullarda, özellikle de devlet okullarında bazı çocukların ailelerinin maddi durumu pek iyi değil. Bu nedenle bu çocuklarımıza haftada iki kez bile olsa süt, kuruyemiş ve benzeri gıdalar dağıtılmalıdır” dedi.

Saklamaya çalıştıkları, baskıyla, korkuyla yıllardır teslim almaya, susturmaya çalıştıkları o ses bir çocuğun dudaklarından hiç beklemedikleri bir anda dökülüverdi.

“Büyük” lerin dünyasının klişelerini, ezberlerini, naif, tertemiz kalbinden gelen gerçeğe dayalı vicdan sesiyle nasıl paramparça edildiğini gördü herkes o gün.

Gerçekleri gizlemek, gizlenemiyorsa bozmak, içini boşaltmak iktidarların her zaman başvurdukları bir yöntem. Gerçekleri söyleyenleri susturmak, korkutmak, gözdağı vermek, tutuklamak, ortadan kaldırmak, katletmek tarih boyunca denedikleri ancak her seferinde geçersizliğinin kanıtlandığı bir yöntem.

O yıllardır susturmaya çalıştıkları ses şimdi her evde, her fabrikada, her iş yerinde, her sokakta… Çocuklar, gençler, emekçiler, kadınlar artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını yaşıyor, konuşuyor, ne derlerse gerçeğin üzerini ne kadar örtmeye çalışırlarsa çalışsınlar artık gerçeklerin üzeri örtülemiyor ve hiç kimse susmuyor. Artık mızrak çuvala sığmıyor.

Milyonların susmamasının ilk işaret fişeğinin atıldığı gündür Gezi Direnişi.

Bu yüzden Gezi Direnişi’ni asla unutmuyorlar ve çok korkuyorlar.

Gezi Direnişi bir halk hareketiydi. İktidar için her şeyin yolunda gittiğini, baskıyla, korkuyla toplumu susturduğunu, teslim aldığını düşündüğü günlerde muktedirin yüzüne gerçekleri bir tokat gibi çarptı. O günlerden itibaren de artık hiçbir şey iktidar için eskisi gibi olmadı.

Salgının ilk günlerinden itibaren Gramsci’nin “eskinin öldüğü ama henüz yeninin doğmadığı” ifadesi çok konuşuldu, yazıldı. Gezi ile yakılan işaret fişeği de eskinin öldüğünün ilanıydı. Yalnızca ülkemizde değil dünya genelinde postmodern, sınıf çelişkilerinin yok sayıldığı, liberal yaklaşımlar eliyle sınıf hareketlerinin sonunun ilan edildiği, sınıf mücadelesinin ve onun politik ve ekonomik örgütlenmelerinin gereksizleştiği iddiasını esas alan hat artık çöktü. Sınıf tabanlı kitlesel hareketlerin artık bittiğini, işçi sınıfının tarihi yapan dönüştürücü özne olmadığını, kimlik ve kültür eksenli farklı çelişki alanlarının ortaya çıktığını, sınıf kimliğine dayalı eski toplumsal hareketlerin yerini kimlik kültür taleplerine dayanan yeni toplumsal hareketlerin aldığını ileri sürenlerin yaratmaya çalıştıkları o halüsinasyonun artık hiçbir karşılığı yok.

Yaşanılan gerçek artık emeğiyle yaşayan herkes açısından çok açık. Egemenler, patronlar zenginliklerine zenginlik katmaya devam ediyor, emeğiyle yaşayanlar her geçen gün daha da yoksullaşıyor. Ve yeninin nasıl doğacağını belirleyecek olan da Gezi Direnişi’ni yaratan güçte, kolektif mücadelemizde saklı… “Kahraman” ların kurduğu süslü cümlelerde değil kendi hikayemizin kahramanı olmakta saklı…

Gezi davasında açıklanan kararlarla tüm topluma yaymaya çalıştıkları korkunun yok hükmünde olduğunun cevabıdır Mücella Yapıcı’ nın “8 çocuğun yanında benim 18 yıl yatmamın ne önemi var. Vız gelir, tırıs gider” cümlesi. Şimdi 1 Mayıs’a sayılı saatler kala “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” diyerek meydanlarda olmanın, korku imparatorluğuna teslim olmayan milyonlar olduğumuzu, emeğimizin hakkını alacağımız günleri ellerimizle kuracağımızı, sandığı bekleyen değil bugünden yarına yaşamı örgütlemenin kararlılığını haykırmanın zamanı…