Nasıl görünüldüğü, ne giyildiği her zaman önemli olmuştu, ama görünür olmanın önemi arttıkça, giyimle ilgili kaygı da yükseldi. Bugün ‘moda şiddeti’ diye bir şeyden bahsediliyor, özellikle sosyal medyada kişilerin nasıl giyindiklerine dair yargılayıcı tutumlarla ortaya çıkan. Moda şiddetinin en yaygın kurbanları ise tabii ki yoksullar, moda olan giysilere ulaşmaları sınırlı olduğu için… Giysi, mimari ve hukuk arasında ilişki kuran, bu üç faktörün birbirlerini ve toplumları nasıl etkilediğine dair pek güzel makaleler, çalışmalar var.


Geleneksel toplumlarda giyimle ilgili kurallar net olduğu için kaygının da azaldığına dair yaygın bir görüş var ama muhafazakârlar arasında da nasıl giyinileceğine dair tartışmalar her zaman olagelmiştir. Toplumsal sembol ve simgelerin etkisini yitirmesinin ya da çözülmesinin günümüz insanını ruhsal açıdan zorladığına dair görüşler oldukça fazla, ama tam tersine otoriter kalıpların başka tür rahatsızlıklara neden olduğu yönünde görüşler de yaygın. Ama nihayetinde, seçme özgürlüğüne sahip birisinin kaygı düzeyi de doğal olarak artıyor.

AYNILIK VE FARKLILIK

Medyanın bu konudaki tavrı, çoğu konuda olduğu gibi hep bir ikilem taşıyor: Cesarete ve farklılığa övgü ile daha iyi görünmenin sırlarından ve kurallarından bahsedip tavsiye verme yönünde birbirinin zıttı iki durum... Özgürce, istediğimiz gibi mi giyineceğiz, yoksa giyinme öğrenilen ve geliştirilmesi gereken bir kişisel özellik mi? Nasıl giyindiğimiz, kişiliğimizin bir yansıması mı? Moda, gerçekten de aynılık ve farklılık arasındaki gerilim üzerine kendisini inşa eder. Aynı olan şey, kısa sürede klişeye ya da sıradanlığa dönüşebilir, ama yarattığı farklılık, mutlaka bir aynılığı da peşinden sürükler. Ama modanın, teoride bireyselliğe ve yaratıcılığa verdiği önemle, pratikteki ulaşılabilirliği ve ticari uygulamaları birbirini maalesef desteklemez.

KEŞİŞ YA DA PAZARLAMACI

Cağaloğlu’nda kitaplarla dolu bir ofiste yıllarını geçirmiş yayınevi sahibi bir dostumu hatırlıyorum. Bana 70’lerde çekilmiş bir fotoğrafını göstermişti. Saçından sakalına, üzerindeki pantolona kadar her şeyi aynıydı, aradan 30-40 yıl geçmiş olsa da. Giydiği pantolonunu ne zaman aldığını hatırlamıyordu. Ona göre bir yayıncının berberle ya da terziyle işi olmazdı, vakti olamazdı çünkü. Ama tam tersine giyimine düşkün yayınevi sahipleri ya da editörler de var. Biri kendini keşiş gibi görüyor olabilir, diğeri iş insanı, elit ya da başka bir şey…

GELİNLİK

Giyimle ilgili en çok kaygı yaşayanların kadınlar olduğuna dair yaygın bir kanı var. Peki ama neden kadınlar bu kaygıyı daha çok yaşıyorlar? Özellikle evlenirken gelinlik seçimiyle ilgili kaygılarından dolayı kadınların profesyonel destek aldıklarını duymuştum. Bu destek, muhtemelen başkaları için giyinmenin neden olduğu stresle mücadele etme ya da kendi mutluluklarını bilinçdışı bir biçimde sabote edip etmediklerini anlama yönünde olacaktır.

TEK TİP

Tek tip giyinmeye zorlama, cezaevi, kışla, fabrika, okul olsun, bir şiddet türü olarak ele alınır çoğunlukla, bireysellikleri ortadan kaldıran. Ama bu durumu, bazı istisnaları hariç tutarak, ‘yerine göre giyinme’ diyerek savunanlar da var. Okullarda tek tip giysinin terk edilmesi, ergenlikteki kaygı düzeyini nasıl etkilemiştir örneğin? Sosyal sınıf farklılığı, özellikle o yaşlarda daha yoğun etkileyebilir ergenleri. Benim okuduğum zamanlarda tek tip ceket pantolon giyiyorduk. Bu durum bireyselliğimizin gelişmesini olumsuz etkilemiş olabilir, ama belki de bu sayede derslere daha çok odaklanabiliyorduk.

Giyim, ihmale gelmeyecek bir konu, hukuk ya da mimari gibi. Ama uyum sağlama ve öne çıkma gerilimi arasında, benliğin imajını ve özsaygısını günümüzdeki kadar şiddetli bir biçimde etkileyecek bir baskı aracına da dönüşmemeli.