Modern devletin hukuku
“Negri,Agnoli ve Anti-Parlamentarizm” başlıklı yazımda (BirGün, 13 Eylül 2011) çok kısa da olsa Agnoli’nin devlet ve parlamenter...
“Negri,Agnoli ve Anti-Parlamentarizm” başlıklı yazımda (BirGün, 13 Eylül 2011) çok kısa da olsa Agnoli’nin devlet ve parlamenter demokrasiye yönelttiği eleştirilerden söz etmiş, 68 yılında ileri sürdüğü bu tezlerin yaklaşık on yıl sonra gelişen dramatik olaylarla doğrulandığını belirtmiştim. (En başta da Kızıl Ordu Fraksiyonu devrimcilerinin Stammheim’da devletçe öldürülmeleriyle). Gerçekten, Almanya Güzü liberal anayasal devletinin güvenlik gerekçesiyle nasıl biçim değiştirdiğini, nasıl da maskesini indirdiğini ortaya koymuştu.
Aslında, 1970’lerin ikinci yarısında diğer Avrupa ülkelerinde, özellikle de İtalya’da de benzer bir süreç yaşanmıştı. Liberal anayasal devlet, devrimci gruplarla mücadele ederken otoriterleşmiş, güvenlik devletine dönüşmüştü. Agnoli bunu öngörebilmişti. Onun tezlerini daha iyi kavrayabilmek açısından paralel bir okuma önereceğim. Diyeceğim, Demokrasinin Dönüşümü’nü geriye dönerek, Franz L. Neumann’ın Weimar Cumhuriyeti ve onu izleyen Üçüncü Reich hakkında yazdıklarıyla birlikte okunduğunda Agnoli’nin devlet, hukuk konusundaki tezlerinin doğruluğu daha iyi anlaşılıyor. Neumann’ı okumak ise kaçınılmaz olarak etkilendiği Max Weber’i ve eleştirel ilişki içinde bulunduğu Carl Schmitt’i ele almayı da gerektiriyor.
Frankfurt Okulu’nun (Axel Honneth’in deyişiyle) “periferisinde yer alan “Franz Neumann, Silezyalı Yahudi bir ailenin oğlu olarak sonradan Polonya’nın sınırları içinde kalacak olan Katowice’de dünyaya geldi. 1918’de daha henüz hukuk öğrencisiyken Berlin’de devrimci ayaklanmaya katıldı.Sonradan reformist bir çizgiyi benimsedi. Weimar yıllarında SDP’in (Sosyal Demokrat Parti’nin) hukuk danışmanlığını üstlendi, pek çok reform tasarısı hazırladı.
1933’de Nazilerce tutuklandı, bir aylık hapis döneminin ardından serbest kaldıktan sonra İngiltere’ye kaçtı. İşçi Partisi’nin hukuk anlayışını biçimlendiren Harold Laski’nin yardımıyla burs buldu ve Londra Ekonomi Okulu’nda doktora yaptı. (Tez hocası da Laski’ydi). Modern devletin tarihsel gelişim sürecinde uğradığı değişiklikleri, devlet ve hukuk arasındaki bağı analiz ettiği tezinde Max Weber’in metodolojisini uygulamıştı, içeriğinde ise Harold Laski’nin etkisi vardı. Weimar rejiminin çöküşünden sonra kaleme aldığı bir çok yazıda da bu deneyimin başarısızlığından yola çıkarak liberal demokrasinin sınıfsal karakterini inceledi. Frankurt Okulu’nun kıyısında yer alan bir başka hukukçuyla, Otto Kirchheimer ile birlikte ile birlikte ekonomik çıkarlar ve araçsal akıl tarafından yönlendirilmeyen bir politik eylem anlayışı geliştirmeye çalıştı.
İngiltere’den ABD’lerine geçen Neuman, 1942-45 yılları arasında Washington’da SGB’da (Stratejik Görevler Bürosu’nda) araştırmacı ve analizci olarak çalıştı, Almanya’nın Nazilikten arındırılması sürecinde rol aldı. Savaş suçları üzerine incelemeler yaptı.Nazi kıyımlarını konusunda hazırladığı raporlar Nürnberg uluslararası savaş suçları mahkemesinde iddianamenin şekillenmesinde dikkate alındı, etkili oldu. (Ancak bu raporları Holokost’u kavramada yetersiz bulanlar da oldu.)
Anayasanın yürürlüğe girdiği 1919’dan Hitler’in şansölye olduğu 1933’e kadar süren Weimar yılları uzun bir bunalım dönemidir. Yukarıda da belirtmiştim, Weimar rejiminin çöküşü, bunu izleyen Üçüncü Reich dönemi Neumann’ın hemen bütün yazılarının çıkış noktası oldu. Onun dönem analizlerinde ise Max Weber’in devlet ve hukuk anlayışının açık etkisi mevcuttur.
Bilindiği üzere, Weber devletin metafizik kavranışını reddetmiş, ama modern devletin kendine özgü araçları olduğunu ve bu araçlar dikkate alınarak tanımlanabileceğini öne sürmüştü. Bu araçların belirleyici olanı şiddet araçlarıdır. Bir başka ifadeyle, modern devletin belirleyici özelliği şiddet araçlarını tekelinde tutması, fiziksel güç kullanma tekeline sahip olmasıdır. Ancak, bu şiddet kullanma meşru olmalıdır. Yasalara dayanmalı, yasalara uygun olarak kullanılmalıdır. Şu da unutulmamalı: Modern devlet normatif yaptırım gücüne sahip, yüksek derecede disiplinli ve dayatıcı bir siyasal örgütlenmedir, kurulu düzene uyulmasını ister. Dolayısıyla, yasaları daima bir tehdit içerir. Yasaların dilinde bir şiddet vardır, fiziksel olmayan bir şiddet. Uyulmadığında şiddet kullanılacağı hatırlatılır. Hukuk düzeni şiddet üzerine kuruludur.
Neumann, Weber’i izleyerek “fiziki zor kullanma” tekelini elinde bulundurmanın modern devletin ayırt edici özelliği olduğu, bu tekelin meşru olması, hukuka dayanması gerektiği düşüncesini vurgular. Ama Neumann aynı zamanda Alman kamu hukukunda Jellinek-Kelsen geleneğinin pozitivist yaklaşımına karşı çıkan Nazi iktidarının baş hukukçusu Carl Schmitt’den de etkilenmiştir. O bir Sol Schmittcidir .Schmitt’in hukuk felsefesiyle eleştirel ilişkiye girmiş,liberal anayasal devletin eleştirinde onun düşüncelerinden yararlanmıştır. Bir başka deyişle, Schmitt’in muhafazakâr ve reaksiyoner açıdan yaptığı parlamentarizm, liberal anayasal devlet eleştirisini o soldan yapmıştır.
Schmitt devlet merkezli bir bakış açısına, toplumun üzerinde yer alan devlet anlayışına sahipti. Weimar Anayasasının bu anlayışı terk etmiş olması onu kaygılandırıyordu; çünkü, toplumun üzerinde yer almayan devlet yukarıdan siyasi birliği tesis etme, düşman karşısında homojen bir toplum oluşturma gücünü kaybeder, bu işlevini yerine getirmede acze düşerdi. Schmitt özgün bir kurum olarak parlamentonun, hükümet etme yöntemi olarak parlamentarizmin bazı devletlerde siyaseti seçkinlerin işi olmaktan çıkardığını da belirtir.
Aslında, 1970’lerin ikinci yarısında diğer Avrupa ülkelerinde, özellikle de İtalya’da de benzer bir süreç yaşanmıştı. Liberal anayasal devlet, devrimci gruplarla mücadele ederken otoriterleşmiş, güvenlik devletine dönüşmüştü. Agnoli bunu öngörebilmişti. Onun tezlerini daha iyi kavrayabilmek açısından paralel bir okuma önereceğim. Diyeceğim, Demokrasinin Dönüşümü’nü geriye dönerek, Franz L. Neumann’ın Weimar Cumhuriyeti ve onu izleyen Üçüncü Reich hakkında yazdıklarıyla birlikte okunduğunda Agnoli’nin devlet, hukuk konusundaki tezlerinin doğruluğu daha iyi anlaşılıyor. Neumann’ı okumak ise kaçınılmaz olarak etkilendiği Max Weber’i ve eleştirel ilişki içinde bulunduğu Carl Schmitt’i ele almayı da gerektiriyor.
Frankfurt Okulu’nun (Axel Honneth’in deyişiyle) “periferisinde yer alan “Franz Neumann, Silezyalı Yahudi bir ailenin oğlu olarak sonradan Polonya’nın sınırları içinde kalacak olan Katowice’de dünyaya geldi. 1918’de daha henüz hukuk öğrencisiyken Berlin’de devrimci ayaklanmaya katıldı.Sonradan reformist bir çizgiyi benimsedi. Weimar yıllarında SDP’in (Sosyal Demokrat Parti’nin) hukuk danışmanlığını üstlendi, pek çok reform tasarısı hazırladı.
1933’de Nazilerce tutuklandı, bir aylık hapis döneminin ardından serbest kaldıktan sonra İngiltere’ye kaçtı. İşçi Partisi’nin hukuk anlayışını biçimlendiren Harold Laski’nin yardımıyla burs buldu ve Londra Ekonomi Okulu’nda doktora yaptı. (Tez hocası da Laski’ydi). Modern devletin tarihsel gelişim sürecinde uğradığı değişiklikleri, devlet ve hukuk arasındaki bağı analiz ettiği tezinde Max Weber’in metodolojisini uygulamıştı, içeriğinde ise Harold Laski’nin etkisi vardı. Weimar rejiminin çöküşünden sonra kaleme aldığı bir çok yazıda da bu deneyimin başarısızlığından yola çıkarak liberal demokrasinin sınıfsal karakterini inceledi. Frankurt Okulu’nun kıyısında yer alan bir başka hukukçuyla, Otto Kirchheimer ile birlikte ile birlikte ekonomik çıkarlar ve araçsal akıl tarafından yönlendirilmeyen bir politik eylem anlayışı geliştirmeye çalıştı.
İngiltere’den ABD’lerine geçen Neuman, 1942-45 yılları arasında Washington’da SGB’da (Stratejik Görevler Bürosu’nda) araştırmacı ve analizci olarak çalıştı, Almanya’nın Nazilikten arındırılması sürecinde rol aldı. Savaş suçları üzerine incelemeler yaptı.Nazi kıyımlarını konusunda hazırladığı raporlar Nürnberg uluslararası savaş suçları mahkemesinde iddianamenin şekillenmesinde dikkate alındı, etkili oldu. (Ancak bu raporları Holokost’u kavramada yetersiz bulanlar da oldu.)
Anayasanın yürürlüğe girdiği 1919’dan Hitler’in şansölye olduğu 1933’e kadar süren Weimar yılları uzun bir bunalım dönemidir. Yukarıda da belirtmiştim, Weimar rejiminin çöküşü, bunu izleyen Üçüncü Reich dönemi Neumann’ın hemen bütün yazılarının çıkış noktası oldu. Onun dönem analizlerinde ise Max Weber’in devlet ve hukuk anlayışının açık etkisi mevcuttur.
Bilindiği üzere, Weber devletin metafizik kavranışını reddetmiş, ama modern devletin kendine özgü araçları olduğunu ve bu araçlar dikkate alınarak tanımlanabileceğini öne sürmüştü. Bu araçların belirleyici olanı şiddet araçlarıdır. Bir başka ifadeyle, modern devletin belirleyici özelliği şiddet araçlarını tekelinde tutması, fiziksel güç kullanma tekeline sahip olmasıdır. Ancak, bu şiddet kullanma meşru olmalıdır. Yasalara dayanmalı, yasalara uygun olarak kullanılmalıdır. Şu da unutulmamalı: Modern devlet normatif yaptırım gücüne sahip, yüksek derecede disiplinli ve dayatıcı bir siyasal örgütlenmedir, kurulu düzene uyulmasını ister. Dolayısıyla, yasaları daima bir tehdit içerir. Yasaların dilinde bir şiddet vardır, fiziksel olmayan bir şiddet. Uyulmadığında şiddet kullanılacağı hatırlatılır. Hukuk düzeni şiddet üzerine kuruludur.
Neumann, Weber’i izleyerek “fiziki zor kullanma” tekelini elinde bulundurmanın modern devletin ayırt edici özelliği olduğu, bu tekelin meşru olması, hukuka dayanması gerektiği düşüncesini vurgular. Ama Neumann aynı zamanda Alman kamu hukukunda Jellinek-Kelsen geleneğinin pozitivist yaklaşımına karşı çıkan Nazi iktidarının baş hukukçusu Carl Schmitt’den de etkilenmiştir. O bir Sol Schmittcidir .Schmitt’in hukuk felsefesiyle eleştirel ilişkiye girmiş,liberal anayasal devletin eleştirinde onun düşüncelerinden yararlanmıştır. Bir başka deyişle, Schmitt’in muhafazakâr ve reaksiyoner açıdan yaptığı parlamentarizm, liberal anayasal devlet eleştirisini o soldan yapmıştır.
Schmitt devlet merkezli bir bakış açısına, toplumun üzerinde yer alan devlet anlayışına sahipti. Weimar Anayasasının bu anlayışı terk etmiş olması onu kaygılandırıyordu; çünkü, toplumun üzerinde yer almayan devlet yukarıdan siyasi birliği tesis etme, düşman karşısında homojen bir toplum oluşturma gücünü kaybeder, bu işlevini yerine getirmede acze düşerdi. Schmitt özgün bir kurum olarak parlamentonun, hükümet etme yöntemi olarak parlamentarizmin bazı devletlerde siyaseti seçkinlerin işi olmaktan çıkardığını da belirtir.