Şu sıralar sonlarına geldiğimiz Muharrem orucu süresince Alevi topluluklar ve kurumları Kerbela katliamının yıldönümü nedeniyle Hz. Hüseyin ve onunla birlikte katledilenler için anma etkinlikleri gerçekleştirdiler. Gerek bu etkinliklerde ve gerekse konuya dair bütün anlatı ve ağıtlarda Hz. Hüseyin’in başının kesilmesi, en önemli vurgu olarak öne çıkmıştır. Öldürme hadisesi değil de başın kesilmesi, bildiğimiz bütün kültürlerde kabul edilemez türden bir vahşi uygulama olarak algılanmıştır. Bu yüzden Hz. Hüseyin ve onunla birlikte katledilenler için anma etkinlikleri ne kadar önemli bir rituel olmuşsa, bu vahşiliğin uygulayıcısı olan Yezit’in lanetlenmesi de aynı yoğunlukta kollektif bir tutum olarak öne çıkmıştır. Geleneksel olduğu üzere Muharrem aylarında bu tür anma ve lanetleme edimleri paralel biçimde işlemektedir.

***

Modern zaman aklı, dini alana ait olan hemen tüm pratikleri kendi icat ettiği ortaçağ karanlığı gibi bir kavram içine atıp, tarihte bırakmayı tercih etmiştir. Bu tutum olumsuz sonuçları olan bütün dini pratikleri, ne olduğu tam olarak anlaşılmayan “ortaçağ”ın üzerine atarken, modern insanın, kendi aklını ve dolayısıyla insana dair olanı korumayı esas alan bir sistem kurduğunu varsaymıştır. Bu varsayıma göre artık insanların refahı, sağlığı ve özgürlüğü temel hedeftir ve insanı öldürdükten sonra başını kesmek gibi “ortaçağ hali” sözkonusu olamaz ya da varsa bu ortaçağ zihniyetinin yansımasıdır ve bunu yapanlar da “ortaçağ heveslileri”dir vb.

Bugün Türkiye’nin aydınlarında da net şekilde görebildigimiz bu eğilim ve tutum gerçekte modern zaman kitlesel kırımlarını ve onun bir parçası olarak baş kesme eylemlerini örtmekten başka bir işe yaramamaktadır. Ortaçağda bir karanlık sürecin yaşandığı kuşkusuz bir olguydu. Ama bu durum modern aklın yaptığı gibi inançlarla ilgili her şeyi bir torba içine koyup atmayı gerektirmediği gibi modernleşmenin de bütün bu karanlık pratiklerden muaf olduğu anlamına da gelmiyordu. İki dönemin bütün bir tarihi süreç gibi kendine özgü “karanlık” ve “aydınlık” deneyimleri vardı ve bu ikincisi asla insanlığın kurtuluşu değildi. Hatta modern zamanların siyasal pratikleri bütün ortaçağ barbarlığının asla erişemeyeceği seviyede büyük kitlesel kırım deneyimleriyle yüklüydü. Sadece 20. yüzyıl boyunca kimliksel sebeplerle 197 milyon insan öldürülmüştü ve bu sayı ortaçağ vebasının bile erişemediği bir miktardı.

***

Özetle Yezitlik sadece ortaçağa özgü bir durum değildi ve modernizm ortaçağ yezitlerinin tümüyle tarihe karıştığı anlamına gelmiyordu. Modern dünya kendi yeni tür yezitlerini, daha baslarken yetiştirmişti. Sınırları son derece belirsiz olsa da modern dünyanın da artık Yezitleri vardı ve hatta onlar “medeniyet”in temsilcileri idi. Gittikleri yerlerde bütün nüfusu yok ederek ya da sürgün ederek silahlarıyla “medeniyet” getirdiklerini savunuyorlardı.

Bu arada ortaçağ karanlığına ait olduğu varsayılan kafa kesme edimi güncellenmişti. Hatta modern aktörler bu işi o kadar arzuyla yapıyorlardı ki kesilmiş başı aralarına alıp neşeli yüz ifadesiyle fotoğraf bile çektiriyorlardı. Mesela Dersimli Saan Ağanın kesik başı etrafında fotoğraf çeken askerlerden birisi memleketin medenileşmesi üzerine sonraki yıllarda kitaplar bile yazmıştı. Başka da örnekler vardı. Kurun gazetesi 18 Temmuz 1937 tarihinde Alişer’i öldürüp, başını kestiğini ifade eden kişi ile röportaj yapmış ve bu vahşet dönemin basınında en önemli haber olarak yer almıştı. Bu “modern gelenek” sonraki yıllarda da devam edecek ve hatta çeşitlenecekti. Sadece baş değil, kulak, parmak kesmek de adeta yüce bir görev gibi anlatılarda yerini alacaktı. Öldürdükleri insanların kesik uzuvlarıyla bir hayat sürebilecek kadar bu işe hevesli kişilerin anlatıları çok kez basında yer almıştı.

Özetle 680 yılında Hz. Hüseyin’in başını kesen ve bu yüzden lanetlenen Yezit ve yezitlik hali sadece ortaçağa ait değildi ve tarihte de kalmadı. İçinde bulunduğumuz zamanlar da dahil her dönem çeşitli şekillerde yeniden ortaya çıktı ve güncellendi. Bu nedenle bugün fazlasıyla modern Yezitlerin bulunduğunu ve onların varlığından söz etmeyeceğimiz zamanlara da ne yazık ki hala uzak olduğumuzu unutmamak gerekir.