Küfür, gündelik hayatın adeta olağan bir ritüeli olduğu halde sosyal bilimlerin ilgisine nadiren konu olmuş; kısmen psikoloji ve sosyolojinin ilgi alanına girebilmiştir. Oysa küfür, toplumsal hayatın tüm alanlarına içkin bir olgudur. Özellikle sinkaf sözcüğünde anlam bulanlar, toplumsal cinsiyete de gönderme yapan kültürün ortak dilidir. ‘Ana avrat’ diye en sıradanından en galizine kadar küfürleri bu kategori içinde toplamak mümkün. Bütün bu küfürler toplum ötesi, zaman ve mekanüstüdür; yani her dönem ve her toplumda karşılaşılabilir hallerdir.

Bu grupta yer alan bir küfür türü de hayvanlarla ilişkilidir. Hayvan oğlu hayvan, en yaygın olarak kullanılanıdır. İt, eşek, köpek gibi hayvanlara gönderme yapan pek çok küfür bu grupta yer alır. Bunların da adeta geleneksel kültüre dönüşmüş insan ve hayvan hiyerarşisi ile ilgili olduğu açıktır. “İnsan, yaratılmış en şerefli varlıktır” diye başlayan cümle de aslında tam olarak bu hiyerarşiyi anlatır. Dolayısıyla şeref kategorisine girememiş varlıklar olarak hayvanlara yönelik aşağılama bir ölçüde ‘meşrulaşmış’ olur. Köpek gibi saldırgan, yılan gibi hain ya da eşek gibi aptal vb. kesinlikle doğru olmayan bütün nitelemeler bunun örnekleridir.

Bununla birlikte bazı küfürlerin dönemlerle ve kimliklerle doğrudan ilişkisi bulunuyor. Dinsel, kültürel, etnik köklere gönderme yapan modern dönem küfürlerini bu grup içinde mütalaa etmek mümkün. Hemen her coğrafyada yaygın olarak duyulabilen ‘din’i’ sinkafla ilgili olan küfürlerin tarihi belki çok daha eskilere gidebilir. Zira din savaşları, dinsel gerilim ve çatışmalar bu tür bir küfür kültürünün gelişmesi için elverişli ortam oluşturmuştur. Etnisiteye gönderme yapanların ise birer modern küfür olduğu açıktır. Zira bir etnik grubun aşağılanması anlamına gelen tüm küfürler modern zamanlarda hakim etnisitenin inşa ettiği kültürün birer ürünüdür.

Modern zaman küfürlerinin bir türü de ‘geçmişi’ sinkaf etmekle ilgilidir. ‘Geçmişini…’ diye başlayan bu küfürler, modernizmin inşa ettiği tek kimlikli-kültürlü sistemin baskısıyla oluşan dönüş(tür)me haline; yani bireyin kendi etnisitesi ya da dinini terk etmesine işaret eder. Başka bir deyişle ‘dönüş(türül)müş olmanın da güvenlik imkânı sağlayamadığını; terk edilen geçmişin aslında siyasal-toplumsal bellekte kayıtlı kaldığını gösterir. Din ve etnisite ile ilgili küfürler bu örnekte ilişkilenmiş olarak karşımıza çıkar.

Böylece bu küfür kültüründe herhangi bir bireyin dinine, etnisitesine en kestirme yoldan; yani küfürden ulaşılabilmek de mümkün hale gelir. Herhalde bu küfür kültürünün anahtar kelimesi gavur olmalı. Gavur oğlu gavur gibi çok duyulan küfrün bazı siyaset adamlarının bile gündelik dili haline geldiğini görmek bu anlamda hiç şaşırtıcı değil.

Türkiye’nin küfür kültürü bu bağlamda gözden geçirildiğinde adeta hakim kimlik inşasının ve ötekilerin tasfiye edilme öykülerinin bir fotoğrafı olarak karşımıza çıkar. Başka bir deyişle Türk-İslam kimliğinin inşa süreci, bu kategoride pek çok küfür ifadesinin ortaya çıkışına da eşlik etmiştir: Kafir, Kafirin çocuğu, Münafık, Elin gavuru, Gavurun dölü, Gavur evladı, Gavur südüğü, Rum veledi, Rum kırması, Rum soyu, Ermeni dölü, Ermeni eniği, Ermeni uşağı, Ermeni piçi, Ermeni kancığı, Ermeni oğlu Ermeni, Ermeni bozması, Ermeni sıpası, Ermeni kılıklı, Ermeni iti, Yunan dölü, Yunan soyu, Yahudi sıpası, Yahudi dönmesi vb. sözkonusu sürecin yaygın olarak kullanılan örnekleridir. Bu örnekler aynı zamanda etnik dışlama ve tasfiyeye dair siyasal pratiklerin nasıl kültürel-toplumsal olarak inşa edildiğini de gösterir.

Her halükarda küfür sosyolojik bir iletişim dili olarak tüm topluluk ilişkilerinde bir işleve denk gelir. Savunma, saldırı, güvenlik, yıldırma, rahatlama gibi çok sayıda psikolojik işlevin yanısıra sosyolojik boyutları da bulunuyor. Bu iletişim dilinin içeriği, aynı zamanda sosyolojik ve hatta siyasal eğilimleri de açık ya da örtük olarak içerir. Bunun için belki de küfür içeriklerine yönelik başka bir analize ihtiyaç var. Buradan hareketle dönemsel, siyasal, kültürel eğilimleri okumak da mümkündür. Bu konuda yapılabilecek yeni eleştirel çalışmaların, Türkiye’nin toplumsal barışına ve kültürel normalleşmesine katkıda bulunacağı da muhakkaktır.