Çinli liderler Zhou En Lai’ye, 1953 yılında katıldığı bir toplantıda “Fransız İhtilali hakkında ne düşündüğünü” sorduklarında, “henüz bir şey söylemek için çok erken” der. Şu sıralar memlekette olanlara bakınca, Çinli liderin hakkını bir kez daha vermek gerekiyor.

Bugün Türkiye yaşananlar, birçoğumuz için Kemalist proje ile bir hesaplaşma olarak görülse de, Kemalist Proje’nin kendisinin Fransız İhtilali geleneğinin bir parçası olduğu düşünüldüğünde, hesaplaşmanın bir ucunun Fransız İhtilali’ne dokunduğunu söylenebilir. O zaman önce Fransız İhtilali’nin anlam ve önemi üzerine bir kaç söz söylemek gerekiyor.

En kısa yoldan ifade etmek gerekirse; Fransız İhtilali, batıda Aydınlanma ile özdeşleşen Modernite Projesinin siyasi ayağını oluşturmuştur. Ulus devletin merkezinde olduğu bu yeni şekillenme, temsili demokrasi, (meşru) şiddetin devlet elinde tekelleşmesi, güçler ayrımı, sekülerleşme, eğitimin kamusallaşması ve bilimsel gelişmeyi öne çıkaran bir gelişme çizgisi tanımlar.

Fransız İhtilali yarattığı büyük dönüşüme karşın, dönüşümü gerçekleştirirken kullandığı şiddet ve otoriter yöntemler nedeniyle son dönemlerde bir hedef haline geldi. Şiddet eleştirisi sadece ihtilal sırasında yaşanan insan maliyetleriyle sınırlı değil! Deniliyor ki; ihtilalin ruhuna hakim olan şiddet daha sonra modernite projesinin çeşitli aşamalarında yaşanan her türlü olumsuz deneyimin de mayası oldu.

Türkiye gerçekliğine dönecek olursak, bir kez daha altını çizelim; Cumhuriyet deneyimi ve onun taşıyıcı gücü Kemalist Proje Fransız İhtilali geleneğinin bir parçasıdır. Osmanlı’nın son döneminde başlayan Modernite Projesi’nde dahil olma çabası, Cumhuriyet’le birlikte kararlılık kazanır. Bu ilişki düşünüldüğünde, Fransız İhtilali’ne yönelen şiddet eleştirisinin Kemalist Proje’yi de hedeflemesi şaşırtıcı değildir.

Türkiye’de son yirmi yıl içinde, sağdan başlayıp, liberal sola kadar uzanan geniş bir yelpazede Kemalist Proje’ye yönelen bu eleştirileri dinlemek durumunda kaldık. Öyle ki AKP’nin iktidara gelişinde bu rüzgarın önemli bir payı oldu dersek abartmış olmayız.

O eleştirilerin rüzgarına binip iktidara gelen AKP, şimdi “gereğini” yapıyor. Ancak gereğini yaparken AKP, sol liberallerin tersine biçimle değil, içerikle uğraşıyor. Diğer bir anlatımla, AKP şimdi eleştirdiği tüm otoriter teknikleri iktidarını koruma yolunda kullanmaktan imtina etmiyor. Dahası, partili Cumhurbaşkanı ve güç yoğunlaşması karşısında, “tek parti döneminde de öyle değil miydi” diye soruyor.

Belli ki AKP kendine yüklediği misyonla kurucu şiddeti meşru görüyor; o nedenle son günlerde tek parti dönemiyle karşılaştırmalar yapmaları rastlantı değil. Peki bu benzeştirme ne ölçüde kabul edilebilir?

İki proje arasında neredeyse bir asıra ulaşan zaman farkını ve doğurduğu anakronik durumu bir yana bıraksak bile, bu özdeşliği kuranlara çok temel bir noktayı hatırlatmak gerekiyor. Kemalist Proje’nin yaslandığı kurucu şiddetin arkasında durduğu projenin özelliği nedir?

En özet biçimiyle, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kemalist Proje modernite projesine bir girişi temsil eder. Bu dahil olma sürecinin muhasebesini yaparken, kuşkusuz başarılar yanında başarısızlıklara da işaret edebilirsiniz. Ancak bu değerlendirmede önünüze koyduğunuz liste önemlidir. Neler var o listede? Devletin itici güç olduğu bir süreçte (temsili) demokrasi, laiklik, bilimsel ve laik eğitim, güçler ayrımı gibi Fransız İhtilali ile altı çizilen öğeler.

Bugün geldiğimiz noktada, AKP’nin temsil ettiği proje ile Kemalist proje arasında benzerlikler bulmaya çalışanların, bu çabadan başlarını kaldırıp, AKP projesi için benzer bir liste hazırlamalarında yarar var. İşte listede ortadan kaldırılmakta olan güçler ayrımını, laikliği, bilimsel eğitimi ve temsili demokrasiyi görürsünüz!

Bu haliyle bakınca, AKP Projesi’nin bugün geldiği noktada özü itibariyle Modernite Projesi’nden çıkışı temsil ettiğini söylersek abartmış olur muyuz? Diğer bir anlatımla, bundan neredeyse bir asır önce Kemalist Proje, otoriter yöntemlere de başvurarak Türkiye’yi modernite projesinin parçası haline getirmek için yollara düştü. Şimdi AKP Projesi çok daha kapsamlı bir devlet şiddetini kullanarak, Türkiye’yi modernite projesinin dışına taşıyacak çıkışı zorluyor.

Buradan çıkarılması gereken ders şudur; siyasal şiddet kendi başına bir değerlendirme konusu olamaz; şiddet kadar, şiddetin ne getirdiğine de bakılması gerekir. Aksi durumda, yüzyıl önceden bugüne yürüyenle, bugünden yüzyıl önceye yürüyeni birbirinden ayıramaz hale gelirsiniz!