Anayasa ve hukuk kuralları egemenliğinde yönetim yerine, devlet başkanının tercihlerinin belirleyici olduğu yönetimi ifade için en uygun kavram monokrasi.

16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği ile getirilen yönetimin ‘başkanlık’ değil, ‘monokrasi’ olduğunu yazmıştım (Bkz. ‘Monokrasi ve demokrasi ikilemindeki Türkiye’, 22.02.18).

Monokrasi inşasında üç belirleyici tarih ve dönüm noktası, hiç akıldan çıkarılmamalı:

15 Temmuz 2016: Biri, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni “fırsat” ve “tanrının lütfu” olarak niteledi; diğeri, “Anayasa suçu işleniyor” dedi. Üçüncüsü ise, “Anayasa halkoylaması OHAL’de yapılmayacak” dedi.

16 Nisan 2017: Sacayağını yukarıdaki üçlünün oluşturduğu 6771 sayılı Kanun, OHAL ortam ve koşullarında oylandı.

-İlk aktör, oylamanın hemen ardından, partisinin başına geçti; Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nu dilediği gibi yapılandırdı.

-Her üçü, Anayasa değişikliğine uyum yasaları hazırlamak yerine, kendilerine Cumhur İttifakı yolu açan 298 sayılı yasayı değiştirmeye mesai harcadı.

24 Haziran 2018: Uyum yasaları çıkarmayan ve OHAL’i kaldırmayan aynı siyasal aktörler, ‘ittifak’ın ardından seçim tarihini 16 ay öne çekti.

Anayasa’ya aykırı bir şekilde seçimleri öne alan TBMM, Uyum Kanunlarını hazırlama yetkisini, yine Anayasa’ya aykırı biçimde Hükümet’e devretti.

KHK/703: Hükümet ise, 9.7.18 tarihli KHK ile, Anayasa’ya aykırı olan yetki kanunu çerçevesini de aşarak, 6771 sayılı Kanun ile doğrudan ilgili olmayan onlarca yasayı ve kurumu yürürlükten kaldırdı ve lağvetti. Dahası, KHK hükümlerini yürütme görevi, aynı gün ortadan kaldırılmış olan Bakanlar Kurulu’na verdi.

CBK/1: Bir gün sonra yürürlüğe konulan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) ise, sırasıyla KHK/703, Yetki Kanunu ve Anayasa’nın çerçevesini de çok aşan kapsamlı bir düzenleme ötesinde; bürokrasi ordusunun bir kişiyi kurumların merkezine ve zirvesine oturtmak için seferber edildiği bir tasfiye metni görünümünde.

CB-Kurullar-Bakanlar: CBK/1, Cumhurbaşkanlığı makamı ve İdari İşler Başkanlığı ardından ‘Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulları’nı düzenliyor.

Bakanlıklar ise, ‘Cumhurbaşkanlığına bağlı kurum ve kuruluşlar’dan sonra, altıncı kısımda düzenleniyor.

Bu sıralamada üç özellik dikkat çekiyor:

-CB ve Bakanlıklar: Hiyerarşik açıdan, Bakanlıklar, Cumhurbaşkanlığı makamının hayli aşağısında yer alıyor. Bu nedenle, siyasal merci değil alt düzeyde idari birimler olarak düzenlenmiş…

-Yetki karmaşası açık: Aynı konuda birden çok birimin varlığını anlamak güç. Mesela, ‘Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğü’, CB İdari İşler Başkanlığı’na bağlı dört genel müdürlükten biri. Buna karşılık, ‘Hukuk Politikaları Kurulu’, dokuz Cumhurbaşkanlığı politika kurulundan biri. Bunların yanı sıra, Adalet Bakanlığı ve 16 hizmet birimi arasında ‘Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğü’ var. CB İdari İşler Başkanlığı’na bağlı birime verilen, ‘mevzuat’ görev ve yetkileri anlaşılır gibi değil.

-CB, başkanlar başkanı: Politika kurullarının sadece başkan vekili var, hepsinin teker teker ve birlikte başkanı ise, bir tek kişi.

-CBK/4: 802 maddelik Kararname, Adli Tıp Kurumu’ndan Nükleer Düzenleme Kurumu’na kadar 54 uzman ve özerk birimi, sadece Cumhurbaşkanı’na bağımlı birimler haline getirmiyor. Bunun çok ötesine geçiyor. Üç örnek:

-Söz konusu kurumları, ya doğrudan CB’ye ya da bir bakanlık aracılığıyla CB’ye bağlıyor. Ne var ki, bakanlık aracılığıyla da olsa, kurumun iç işleyişinin CBK ile düzenleneceği öngörülüyor.

-’Nükleer Düzenleme Kurulu’ açısından olduğu üzere, bakanlık belirtilmeksizin, “Cumhurbaşkanınca belirlenen bakanlıkla ilişkili Nükleer Düzenleme Kurumu” kaydı ile yetiniliyor.

-Bilimi de CB belirliyor: Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), tipik örnek. Buna göre, yönetim kurulunun ilk görevi; “Cumhurbaşkanının belirleyeceği hedef, ilke ve politikalar doğrultusunda, Kurumun çalışma ilke, program ve öncelikli alanlarını belirlemek”tir (md.587). Üstelik TÜBİTAK, CB bünyesindeki Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu ve diğer ilgili politika kurulları ile eşgüdüm içerisinde çalışmak zorunda.

Fakirleşme nasıl derinleşiyor?

Avro ve dolar karşısında Türk Lirasının sürekli değer kaybetmesi, bütün yurttaşların günün her saatinde hissettikleri bir süreç. Üstelik süreğen ve hızlı; öyle ki, siyasal ve idari karar alma düzeneklerinde tek kişi belirleyici hale geldikçe, Devlet hukuktan uzaklaşıyor. Hukuktan uzaklaşma ile döviz artışı arasındaki paralellik açık. Paramızın değeri azaldıkça, geçim kaynakları yerli olan bütün yurttaşlar fakirleşiyor.

Sonuç olarak; eğer 15 Temmuz Darbe Girişimi olmasa idi, monokrasi kurulamazdı. Buna karşılık, 15 Temmuz ile tek kişi yönetimi arasındaki neden-sonuç ilişkisi, fukaralaşma için kullanılamaz. CBK düzenlemelerine göre, bütün kişi ve makamların kendisine karşı sorumlu olduğu kişi, anayasal açıdan icraatları nedeniyle sorumsuz kılınmış olsa da, keyfi yönetim ile fakirleşme arasındaki ilişki oldukça saydam.