Eskiden yatağımda uyandığımda, bazen kendimi Gregor Samsa gibi bir böcek olarak da bulabilirdim. Özledim hâllerimi, hâlden hâle geçişlerimi. Artık uyandığımda kendimi montaj hattında sırt üstü yatarken, devasa bir nesneye dönüşmüş olarak buluyorum. Nasıl olduysa nesnelerle yer değiştirdik. Kaçmaya çalışıyorum, el ve ayak bileklerim bağlı; boşuna çabalıyorum. Hat ilerledikçe görüş alanıma robot kollar giriyor; mekanik hareketlerle üzerime eğildiklerini, bedenime bir takım parçalar monte ettiklerini görüyorum. Bazen narkoz verdikleri de oluyor, gözlerimi açtığımda değişen bir şey yok; robot kollar montaj işini aralıksız sürdürüyor. Bedenim, montaj hattındaki sıradan nesnelerden biri. Bir zamanlar montaj hattında nesneler yatar, bizler mekanik hareketlerle nesnelere parçalar takardık. Bu konuma nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. En son hatırladığım, peşime düşen robot kollardan kaçışım; bir de kent içinde uzun süren bir kovalamacadan sonra bitkin düştüğümü hatırlıyorum ve bir robot kolun bana doğru uzandığını. Sonrası malum. Kendimi montaj hattında buldum. Sokaklardaki kovalamacayı güvenlik kameraları kaydetmiş. Chemical Brothers, ‘Believe’ adlı parçanın videosunda bu görüntüleri kullanmamış olsaydı, belki de hiçbir şey hatırlamayacaktım.

★★★

Montaj hattında çalışırken, durmadan aynı hareketleri tekrarlamaya zorlansak da düşünebiliyor; makinelerin mekanik hareketlerinin gürültüsüne rağmen birlikte isyanlar örgütleyebiliyorduk. Bedenlerimiz makinelerin mekanik hareketlerine tabi kılınmıştı ama ruhlarımız özgürdü. Ruh, sömürünün olmadığı, birlikte üretip, ürettiklerimizi hep beraber paylaşacağımız başka bir dünyanın uçsuz bucaksız kıvrımlarında dolaşabiliyordu. Ruh deyince, ruhçu öğretilerin maddeden bağımsız ruhu anlaşılmasın sakın, Franco Berardi’nin ruh tanımından bahsediyorum: “Biyolojik maddeyi canlı bir bedene dönüştüren enerjinin metaforu” (Ruh İşbaşında, Metis). Sanayi sonrası toplumun montaj hatlarında biz yatıyoruz artık. Her yer montaj hattı; evler, kamusal mekânlar ve tabi ki ekranların başı; cep telefonları, bilgisayarlar ve bunlarla birlikte indirdiğimiz tüm uygulamalar. Eskiden köleleşmemek için makineleri kırardık. Şimdi her parçayı teknolojik yenilik olarak sevinçle kucaklıyoruz. Berardi’nin dediği gibi, artık ruhlarımız işbaşında. Çok yakında beyinlerimize takacakları çipleri de, tıpkı çipli kimlik kartlarında olduğu gibi benimseyeceğimiz kesin; çipli hayat çok rahat çünkü. Konformizmin batağına gömüldükçe, elektronik kelepçeli tekno-kölelere dönüşüyoruz. Köleleştirilen, ruhlarımızdır.

★★★

Ruh ve madde ya da beden arasındaki ilişkiyi formülleştiren Albert Einstein’dı: E=m.c2; enerjinin kütleye, kütlenin enerjiye dönüşmesi. Einstein “kütle ve enerji, aynı şeyin farklı dışavurumlarından başka bir şey değildir” diyor ve ekliyordu: “Vasat akıl için oldukça yabancı bir kavram.” Vasat akıl, bu dönüşümü kavrayamadığı için ruhu, yani enerji ve maddeyi ayrı âlemlere yerleştirdi. Ruhlarımızın göçtüğü doğrudur ve reenkarnasyon dedikleri de enerjinin başka formlara dönüşmesi. “Doğumumuzda (enerji) akışının belli bir bölümünü bedenlerimizde yakalarız, sonra öldüğümüzde yine serbest bırakırız” (Manuel De Landa, Çizgisel Olmayan Tarih, Metis). O yüzdendir ruhlarımızın göçebe, bedenlerimizin yerleşik olması. Ruh, montaj hatlarında çürüyen bedenlerin içine hapsedilmiş, göçemiyoruz artık ve başka formlara dönüşemiyoruz. Ölmüşüz ama yasımızı tutan yok.

★★★

Eski topluluklarda biri öldüğünde cesedi, açık havada yüksek bir yere yerleştirilirdi; leşle beslenen kuşların, ruhunun serbest kalmasına ve göğe ulaşmasına yardım ettiklerine inanırlardı çünkü. Bu inanış, evrendeki madde ve enerji akışının, birbirine dönüşmesinin ritüelleşmiş hâlidir. Çürüyen bedenlerin içinde tutsak kalmış ruhları serbest bırakacak ve evrendeki yaratıcı enerji akışlarıyla buluşmalarını sağlayacak yırtıcı kuşlara ihtiyacımız var; ruhu ancak kuşlar özgürleştirebilir. Yırtıcı kuşlar bizleriz; kendi cesetlerinden doğacak Zümrüdü Anka kuşları. Despotlar, yaşamı alt edemeyeceklerini anladıkları için cesetler üzerine kuruyorlar iktidarlarını. Montaj hattında bir ceset-nesne olarak uyanmak yerine, yırtıcı bir kuş olarak uyanmayı kim istemez ki, dirilmeyi? Özgürlük!