26-31 Ekim’de, 42’inci Ulusal Radyoloji Kongresi’nde konuşulanları okurken düşünmüştüm Şehsuvar Abi’yi. 10 yıl önce, bizim yayla yollarını anlattığım bir yazıda da anmıştım adını; “Ben yaşlandıkça o gençleşiyor mu ne; eskiden ‘Amca’ dediğim Dr. Şehsuvar Savuran’a şimdi ‘Abi’ diyorum.”, diyerek.

Babamın arkadaşı, aile dostumuz ve hepimizin doktoruydu Şehsuvar Abi. Her hastalığımızda onun muayenehanesine taşınırdık çocukken. Babaannem hastalandığında o bizim eve gelirdi. Annemin kanserini, her hastasını tepeden tırnağa dinlediği muayenelerinden birinde erken yakalayıp, “Alaettin, hemen Ankara’ya gidin” demeseydi babama, belki çoktan kaybetmiştik annemi de.

42’inci ulusal kongrelerinde, muayenenin yerini radyolojinin aldığından yakındı radyologlar. Türkiye’nin MR ve bilgisayarlı tomografi tetkiklerinin sıklığı ve sayısı açısından dünyada ilk sıralarda yer aldığını anlattılar. Önce muayene yapılıp ihtiyaç halinde radyolojik tetkik istenmesi gerektiğini, ancak muayenenin neredeyse unutulduğunu, hastaya 5 dakikanın zor ayırılabildiği bir süreçte vücutlarına hiç dokunulmadan tetkike gönderildiklerini anlattılar. “Hastalar hastanelere başvurduklarında daha dertlerini anlatamadan ellerinde tetkik randevularıyla kendilerini radyoloji kliniklerinde buluyorlar.”, dediler.

Şehsuvar Amca’da durum tam tersiydi. O zamanlar tıp böyle ticarileşmemiş, hastalar hekimlerin önünden üretim bandındaki bir meta gibi geçer olmamıştı. 1969’da geldiği Niksar’da, 1994’te emekli olana kadar girmediği ev, dokunmadığı hasta kalmamıştı Şehsuvar Abi’nin.

Tam bir halk hekimiydi, “hükümet tabibi” olarak çalışırken bir halk sağlığı uzmanının yapması gereken her şeyi yapmıştı. Ev Halkı Tespit Forumları ile her hanedeki hastalıkları kayıt altına almış, ilçede yaygın görülen guatr hastalığı ile ceviz ve kestane ilişkisini tespit etmiş, iyotlu tuz kullanımını yaygınlaştırmış, yüzde 20’lerdeki guatr oranının yüzde 3’lere düşürmüş, Tokat yöresinde aşılama çalışmalarına öncülük etmiş, köylerde sağlık koşullarına uygun tuvaletler yapılamasını da hekimliğinin gereği sayarak çalışmıştı.

Kızıldere’de Mahirlerin öldürüldüğü eve ilk giren sivillerdendi. Ölü Muayene ve Otopsi Keşif Zabıt Varakası altında “doktor” olarak onun imzası vardı. Oradaki tanıklığını, roket ve havan mermileriyle darmadağın olan evi de değişik vesilelerle anlatmıştı sonradan.

Hami (Karslı) Abi, Niksar’da İz Bırakanlar arasında saydığı onu; “Günün her saatinde, gece-gündüz demeyip herkesin yardımına koşmuş, paraya tamah etmemiş, birçok yoksul insanı muayene ile yetinmeyip onların tedavisi için gerekli olan ilaçları da sağlamıştır.”, diye yazmıştı.

Doğa aşığıydı Şehsuvar Abi. Emeklik sonrası Çamiçi’nde elleriyle yaptığı, elektriğini rüzgardan ürettiği butik oteli Ardıçlı Dağevi’nde yaşamaya başlamıştı. Orada kuşları ve “Karaoğlan” diye seslenerek çağırdığı kargayı eliyle besler, evin içinde dolaşan kekliğe her gün bir tavuk yumurtası sarısı yedirip karşılığında onun yumurtasını alır ve bildim bileli inşa halindeki mekanda Niksar’ın turizmine de katkı vermeye çalışırdı.

10 yıl kadar önceki sohbetimizde; “Benim bütçemle burayı bitirebilmem için 1500 yıl lazım. Ya tanrı bana burayı birkaç ayda bitirecek parayı versin ya da 1500 yıl ömür” demişti.

Tam da radyologların “muayene bitti” diye yakındığı günde, doktorluğu muayeneye dayanan Şehsuvar Abi de göçüvermiş bu dünyadan. 1 Kasım’da Niksar’a gömülmüş. Belli ki tanrı 1500 yıl vermemiş, ama iz bırakanlardansanız zaten ölmemişsinizdir!