Ramazanla birlikte Türkiye'nin neredeyse tüm kanalları yine Diyanet TV’ye dönüştü ya, ister istemez hayatımda izlemediğim kadar çok dinsel film ve diziyle karşılaşıyorum.

Ramazanla birlikte Türkiye'nin neredeyse tüm kanalları yine Diyanet TV’ye dönüştü ya, ister istemez hayatımda izlemediğim kadar çok dinsel film ve diziyle karşılaşıyorum. Çoğu Mısır’da -İslami Bollywood- üretilen bu yapımlar da sağolsunlar, bazen irrasyonel algılama biçimleriyle, bazen de Ortadoğu ve Kuzey Afrika sanatının yüzünü kızartacak estetik uygulamalarla bu bir ayı şenlendiriyorlar. 2013'ün Ramazan şenliği, Hz. Ömer adlı diziydi; Mısırlı şeriatçılar Ömer’in canlandırılmasının günah olduğunu söyleyerek epey gürültü koparmışlardı. Bu yılın olayınınsa Hz. Muhammed'in Hayatı adlı acayip pembe dizi olduğunu düşünüyorum. Gerçi daha önce Kanal 7’de yayımlanmış ama orada benzer yapımların arasında kaybolmuş olmalı; her gece 12’den sonra otuzar dakikalık bölümler halinde yayımlandığı TV8’deyse - Acun biraderin ‘eğlence kanalı’- haliyle göze çarpıyor.

Dizi, Muhammed’in doğumundan bir süre önce dedesi Abdülmuttalip'in yaşadığı üç önemli olayla başlıyor: Tüm kabilelerin putlarının yer aldığı Kabe (Kutsal Ev) etrafında Arap birliğini kurma çabaları; zemzem kuyusunun açılması; Hıristiyan Kral Ebrehe ile savaş –Fil Vakası-. Başlıyor ama üzerine kurulduğu pembe dizi (soap opera) estetiği yüzünden bir türlü ilerlemiyor!

Pembe dizilerin en önemli yapısal sorunu tekrara dayanan, bu yüzden her türlü anlam değerini düşüren şu tarz diyaloglardır: "Size bir şey söyleyeceğim. / Nedir o söyleyeceğin? / Çok kötü bir şey... Size çok kötü bir şey söyleyeceğim. / Bize ne söyleyeceksin? / Düşman bize saldırmaya geliyor. / Ne, düşman bize saldırmaya mı geliyor?! / Evet, düşman bize saldırmaya geliyor. / "Olamaz, bu çok kötü bir şey! / Evet, çok kötü bir şey..." İşte Hz. Muhammed’in Hayatı’nın ilk bölümleri –en azından benim izlediğim ilk beş bölüm- tümüyle bu tür bir diyalog akışı içeriyor; son derece kötü yazılmış bir metin üzerinden kötü oyunculuklarla sürekli aynı şeyleri konuşan insanlar izliyoruz.

İkinci sorun, pembe dizilerde tümüyle diyaloga dayanan mizansenin zaman algısını çarpıtmasıdır. Mesela: Mekke'nin liderleri Ebrehe'ye bir mesaj göndermeye karar verir, beş dakika boyunca bunu konuşurlar. Burada filmsel zamanla gerçek zaman birbirine denktir. Sonraki sahne, Ebrehe'nin sarayı; 5 dakika boyunca aynı sözleri tekrar dinler, Ebrehe'nin tepkisini görürüz. Sonra yine Mekke; aynı yerde aynı kıyafet ve ifadelerle oturan aynı kişiler Ebrehe'nin biraz önce izlediğimiz tepkisini konuşmaktadır. Sanki her şey aynı gün içinde olup bitmektedir; sabah yola çıkan elçi öğle üzeri Ebrehe'nin sarayına ulaşmış, hemen huzura kabul edilmiş, beş dakikalık konuşmadan sonra yola çıkıp ikindi vakti Mekke'ye ulaşmış gibidir. M.S. 569’dan söz ediyoruz ama pembe dizi evreninde, hele bir de dinsellikle birleşince, bu gibi şeyler önemli değil tabii...

Ama bu dizide çok daha acayip üçüncü bir sorun var: ‘Hıristiyan işgalci’ Ebrehe’yi kötüleyeceğim derken putperestliğin yüceltilmesi… Bariz cehennem göndermeleriyle -tahtının arkasından çıkan dumanlar, asasındaki boynuzlar vs.- evrenin en kötü adamı olarak sunulan Ebrehe Mekke’ye saldırıp Kabe’yi yıkmaya karar vermiştir. Nedeniyse Kureyşli bir putperestin Ebrehe’nin yeni yaptırdığı kiliseye pisleyerek hakaret etmesidir.

İzleyiciye sunulan iyi-kötü karşılaşması şöyledir: İslam’da ‘kitap ehli’ denen bir dine mensup Ebrehe kötü, İslam’daki en büyük günahı –Allah’a şirk koşmak- işleyen putperest Araplar iyi… Hatta Ebrehe’yle mimar İbn Maksud arasında putları kötüleyen diyaloglar geçer: “Orası dünyanın en güzel kilisesi olacak. Arapların hac ziyareti için oraya gitmesini emredeceğim. / Ama Araplar hac için Kabe’ye gidiyor ve orayı Hz. İbrahim’in kurduğunu söylüyorlar. Oraya ‘kutsal ev’ diyorlar efendim. Anlayamıyorum, orda putlara tapıyorlar!” Kötü Hıristiyanların anti-pagan söylemine karşı kiliseye pisleyen Arabın ‘iyi’liği, bunu niçin yaptığını anlatma imkanı verilerek özellikle vurgulanır; adamın derdi Ebrehe’nin hac ziyaret ve ticaretini engellemeye kalkışmasıdır…

Fil Vakası gerçekten yaşandı mı bilmiyoruz –konunun tek kaynağı Kuran ve bağlı İslami metinler olduğu için bu bir ‘bilme’ değil ‘inanma’ meselesidir artık- ama en azından bu ilginç dizi üzerinden 6. yüzyılda Arap Yarımadası’nda yaşanan ekonomik paylaşım savaşlarının toplumsal sonuçlarını tartışmaya açmak bile mümkün belki...

Hz. Muhammed’in Hayatı adlı bir pembe dizi üzerinden İslam tarihinin nasıl yeniden yazılabileceğini görmek Ramazan 2014’ü benim için öyle ilginç kıldı ki, gelecek yılın Ramazan yayınlarını şimdiden merak etmeye başladım.