1961 Anayasası ile başlayan dönemde işçi hareketi dinamik bir sürece girdi. Grevli toplu sözleşmeli haklar, Türkiye İşçi Partisi ve DİSK’in kuruluşu, sınıf mücadelesini belli bir aşamaya getirdi. 1961 Anayasası ile başlayan dönemde işçi hareketi dinamik bir sürece girdi. Grevli toplu sözleşmeli haklar, Türkiye İşçi Partisi ve DİSK’in kuruluşu, sınıf mücadelesini belli bir aşamaya getirdi.

Mücadeleci bir başlangıç

1961 Anayasası, hem Türk sosyal politika tarihi, hem de işçi sınıfı hareketi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. İlk kez anayasaya sosyal hukuk devleti tanımı girdi, çalışma hakkı, sendikalaşma hakkı (memurlar dahil), grev ve toplu sözleşme hakkı, anayasal güvence altına alındı.

Yine 1961 Anayasası, sendikaların siyasetle uğraşmasına olanak tanıdı. Hem tek parti döneminde, hem de 1947’de çıkarılan ilk sendikalar kanunu ile sendikaların siyasetle uğraşması yasaktı. 1960’lı yıllarda Türk-İş üzerindeki ABD etkisi artmış, birçok sendikacı Amerika’ya eğitim için gönderilmişti. 1952’de kurulan Türk-İş’in 1960’lı yıllardaki politikası, Amerikan sendikacılığından etkilenerek “partiler üstü sendikacılık” anlayışı yönündeydi. Bu sendikal anlayışta “ücret bilincine dayalı sendikacılık” esastı. Türk-İş içersinde daha mücadeleci bir anlayışa sahip 12 sendika yöneticisi ise, 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi’ni (TİP) kurdu. Bu sendikacılar tarafından kurulan TİP’in önemli bir tarihsel işlevi vardır. 1960-1980 dönemi, işçi sınıfı hareketi ve sendikal mücadele açısından etkin bir dönem olarak kabul edilir.

Sendikacı–TİP İlişkisi

TİP’i kuran sendikacıların tümü İstanbul İşçi Sendikaları Birliği (İİSB) yöneticisi konumundaydı. 1960 sonrasının ilk büyük işçi eylemi olan Saraçhane mitinginde bu sendikacılar etkisi büyüktü. TİP’li olan bu sendikacılar, 1967 yılında da Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) adı altında sınıf mücadelesini esas alan bir örgütün kuruluşuna öncülük ettiler.

TİP, kuruluşundan hemen sonra kapılarını sosyalist aydınlara açtı. Bu bağlamda da sosyalist bir aydın olan Mehmet Ali Aybar genel başkanlığa getirildi.
1960 sonrası nispi bir özgürleşme ortamının olması ve anayasal açıdan sendikal haklara olanak tanınmasıyla birlikte işçi sınıfının da fiili müdahalesiyle bu hakların hayata geçirilmesi, tarihsel anlamda dikkati çeken bir olgudur.

TİP, 1965 seçimlerinde önemli bir başarı göstererek 15 milletvekili ile parlamentoya girdi ve etkin bir muhalefete başladı.

Saraçhane Mitingi

1961 Anayasası’nda çalışanlara toplu sözleşme ve grev hakkının tanınacağı ve bu haklarla ilgili yasal düzenleme yapılması öngörülüyordu. Ancak yasal düzenleme yapılması gecikince işçiler arasında huzursuzluk başladı. Çeşitli tepkiler ortaya kondu.

İstanbul İşçi Sendikaları Birliği, 31 Aralık 1961 günü Saraçhane’de bir miting düzenledi. 100 bini aşkın işçinin katıldığı mitingde, grev ve toplu sözleşme yasalarının bir an önce çıkarılması istendi.

İşçi sınıfı, Saraçhane mitingiyle sendikal yasaların geciktirilmeden ve Anayasaya uygun bir biçimde çıkarılması için gücünü ve etkinliğini ortaya koydu.
Bir yandan işçi sınıfının mücadele birikimi ve nicel olarak büyümesi, öte yandan 27 Mayıs yönetimi ile kurulan ittifaklar ve dönemin iktisat politikaları sendikal hakların kazanılmasında rol oynadı.

İşçilerin 1940’lı, 1950’li yıllarda işverenlere karşı bir çıkar birliği içinde olmalarını hissetmelerinden doğan birikim, 1960’ların sendikal kazanımlarına, işçi sınıfının ayağa kalkmasına ve siyasallaşmasına, toplumsal etkisinin artmasına ciddi bir zemin hazırladı, denebilir.

Mitingin işçi sınıfının birliği ve gücünü göstermesi, işçilerin sendikalarına olan bağlılığı, grev hakkının geciktirilmeden yasalaşmasında etkili oldu. Yine Saraçhane mitinginde, sendikal kadroların ve işçilerin ilgili kanunların çıkarılmaması halinde yasağa rağmen grev yapmaya ant içmelerini ve bu yöndeki kararlılıklarını da vurgulamak gerekir.

1963 yılında henüz grev ve toplu sözleşme yasalarının çıkmadığı bir dönemde, Maden-İş üyesi işçiler Kavel Kablo Fabrikası’nda greve çıktı. Ücretlerin düşürülmek istenmesi, yılbaşı ikramiyelerinin ödenmemesi, işverenin sendikaya yönelik baskıları ve dört temsilcinin işten çıkarılması, grevin başlıca nedenleri arasında yer aldı.

İşveren, yasa çıkmamasına rağmen toplu sözleşme imzalamak zorunda kaldı. Kavel grevi kamuoyunda geniş bir yankı bulunca TBMM de ilgili yasaları çıkarmak gereğini duydu. 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu 24 Temmuz 1963 tarihinde yürürlüğe girdi. Yasaya konulan ek bir madde ile de Kavel grevinde tutuklanan işçilerin serbest bırakılması sağlandı.

15-16 Haziran Olayları

1967’de DİSK’in kurulmasıyla birlikte işçi sınıfı mücadelesi daha etkin bir hale geldi. 15-16 Haziran 1970’de Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli olaylarından biri gerçekleşti.

Demirel Hükümeti, sendikal örgütlenmeyi kısıtlamak amacıyla yüzde 33’lük bir baraj getiriyordu. Sendikal örgütlenmeyi kısıtlayan 1317 sayılı yasaya karşı 150 bin işçi İstanbul ve Kocaeli’nde harekete geçti, fabrikalar işgal edildi. 15-16 Haziran direnişi, sendikal bilinçte niteliksel bir sıçramayı gösterir.

İşçiler, oy verdikleri partiye (AP’ye) karşı bir sınıf tavrını ortaya koydular. DİSK’in başlattığı eyleme Türk-İş ve bağımsız sendikalarla birlikte öğrenci gençliği, sol aydınlar da destek verdi, bir birliktelik sağlandı. Birleşik mücadele, sınıfın gücünü artırdı.

Özellikle işyerlerini temel alan bir sendikal örgütlenme ve işyeri temsilcilerinin mücadeledeki aktif tavrı, 15-16 Haziran direnişinde etkili ve başarılı oldu.
Olayların ertesinde sıkıyönetim ilan edildi. DİSK’li yöneticiler tutuklandı. Olaylarda 3 işçi, bir esnaf ve bir de polis öldü. 5 binden fazla işçi işten çıkarıldı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve CHP, yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

Eylem yasal olmamasına rağmen toplumda sağladığı meşruiyet sonucu, 1317 sayılı yasanın Anayasa Mahkemesi’nce iptalini sağladı. İşçi sınıfı bu eylemi ile aleyhine düzenlenen yasaları geri çektirme gücünü gösterdi.

DİSK, 1967- 1970 yılları arasında Türkiye işçi sınıfının diğer toplumsal güçleriyle büyük ölçüde birleşebilmiştir. Anti-emperyalist mücadelenin yükseldiği bu dönemin devrimci gençliğin okul işgalleri ve direnişleri, köylülerin toprak işgalleri, işçi sınıfının grev ve fabrika işgalleriyle toplumsal muhalefet açısından en etkili bir dönem olduğu söylenebilir.

Ancak DİSK, 1970’lerin ikinci yarısı sonrasında yükselen sınıf hareketinin bir ölçüde gerisine düştü, CHP’ye destek veren bir konuma geldi. TİP’in 1968 sonrası reformist tavrı ve 1971’de de kapatılmasıyla birlikte işçi sınıfı hareketine yön verebilecek bir siyasi partinin olmayışı ve sınıf sendikacılığı çizgisinin izlenmemesi de, önemli bir eksiklik olarak saptanabilir.

12 Mart Muhtırası

Sermaye sınıfı, 1960’lı yıllar��n ikinci yarısından itibaren gelişen bu sınıfsal mücadeleden iyice ürkmüştü. Ordunun 27 Mayıs’tan gelen tavrında da değişiklik oldu, işçi hareketine olan sempati sona erdi. Zamanın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, “Sosyal bilinçlenme, ekonomik gelişmeyi aştı” tespitinde bulundu. Ardından da 12 Mart 1971 muhtırası geldi.

12 Mart muhtırasıyla Türkiye bir askeri darbe sürecine giriyordu. Memurlara sendika kurma hakkı yasaklandı. Kimi grevler ertelendi, sendikaların etkinliklerine sınır getirildi. TİP, Anayasa Mahkemesi kararı ile kapatıldı.

Ekim 1973 seçimleriyle yeniden nispi bir demokratik ortama geçildi. CHP, siyasal İslamcı MSP ile birlikte hükümet oldu. Fakat bu koalisyon hükümeti, uzun süre ayakta kalamadı. 1975’ten itibaren Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri işbaşına geldi. AP, MSP ve MHP’nin koalisyonu ile kurulan bu hükümetler, anti demokratik uygulamaları hayta geçirmeye başladılar.

1976 yılında Başbakan Demirel’in MC Hükümeti, Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) Kanunu çıkarmaya çalıştı. Bu kanun, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını öngörüyordu. DİSK, Eylül 1976’da üç günlük bir direniş ilan ederek DGM yasasına karşı iş bırakma eylemi yaptı. Sonuçta DGM yasası, kanunlaşmadı.

Kontrgerilla ve CIA kaynaklı bir organizasyon sonucu 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda yüz binlerin toplandığı mitingde 34 kişi katledildi.

Ülkedeki siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlar doruk noktasındaydı. Sınıf mücadelesi keskinleşiyordu. DİSK, 1979-1980 yıllarında MESS grevlerini uyguladı.

Ekonomik kriz, had safhadaydı. Demirel Hükümeti, 24 Ocak 1980 tarihinde neoliberal bir istikrar programı açıkladı.

Ülkedeki işçi hareketi etkiliydi, demokratik koşullarda 24 Ocak kararlarının uygulanması zorlaşıyordu. ABD, uluslararası sermaye ve yerli sermaye sınıfı ise, yeni bir rejimi dayatıyordu.

Bu dönemde sendikal yaşamda dikkati çeken iki gelişme daha oldu. MHP eğilimli Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) 1970’te, MSP eğilimli Hak İşçileri Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş) da 1976 yılında kuruldu.