Yoksulluk çok arttığı için değil, derinleşen toplumsal eşitsizlikleri meşrulaştıran mekanizmalar etkisizleştiği için ayağa kalkan ve büyük bir toplumsal meşruiyete sahip bulunan işçiler, Cumhuriyet’in yeniden kuruluş sürecinde Türkiye toplumuna insanca bir yaşam sürdürebilmek bakımından büyük olanaklar sunuyorlar.

Mücadelede sınıflaşanlar…

Son günlerde yaygınlaşan işçi mücadeleleri, seçim süreci Türkiye’si hakkındaki kestirimlere yeni bir boyutun ilave edilmesi gerektiğini gösteriyor. Zira toplumsal etkileşimin derinlerindeki fay hatları, toplumsal sınıf konumları, harekete geçiyor. Üstelik bu hareketlenme ülke insanlarının yeniden egemen bir toplum vücuda getirme kavgası verdiği bir zaman diliminde yaşanıyor. İşçi eylemlerinin nesnel kapsamını tartışmadan önce, eylemlere toplu bir bakış tamamlayıcı olacaktır. Bu eylemleri ücret odaklı bir başka toplu işçi eylemliliği ile 1989 Bahar Eylemleri ile kıyaslayarak değerlendirmeye çalışacağım.


Bahar Eylemlerinden kara kış kalkışmalarına

1989 Bahar Eylemleri, neoliberal sermaye programının parasalcı ilk salvosu ile ücretleri bastırılan işçi sınıfının bir ayı aşan ve taleplerinin kabulüyle sonuçlanan toplu eylemliliğinin adıdır. İşçi mücadelelerinin ücret odaklı olması, her iki eylemliliğin belki de tek ortak yanıdır. Bu ortaklık bile ücretin taşıdığı değer ve anlam söz konusu edildiğinde ortadan kalkacaktır. Bu hususu tartışmadan önce her iki eylemlilik arasındaki benzerlik ve farklılıkları madde madde sıralayalım:

•89 Bahar Eylemleri’nde yer alan 100 bini aşkın işçinin tamamına yakını kamu işçisiydi ve sendikalıydı. Bununla birlikte ‘89 eylemleri sendika ve konfederasyon iradesinin ürünü değildi; eylemlerin hazırlayıcı iradesi, sendika şube yöneticileri ve işyeri temsilcilerinin oluşturduğu “şube platformları” adı verilen iki yıllık deneyime sahip fiili yapılardı. Bugünkü eylemlerde ise sendika iradesi son derece sınırlı bir etki alanına sahip; eylemler tümüyle işyeri tabanlı ve il ölçeğindeki etkileşime açık bir karakter sergiliyor.

•’89 Eylemleri; toplu viziteye çıkma, sakal bırakma, yemekhane ve servis eylemleri gibi doğrudan üretimi hedef almayan eylem biçimleri ile başlayıp derece derece eşik yükseltmiş ve sonunda şalter indirmeye kadar ulaşmıştı. Bugünkü eylemler ise doğrudan iş bırakma ve işyerine kapanma gibi yüksek seviyeli eylem biçimlerine sahip.

•89’un eylem sistematiği toplumsal meşruiyet kazanmaya dönük idi, bugünkü eylemler ise verili bir meşruiyet zemininde gerçekleşiyor. Toplumsal meşruiyet bugün için de kazanılacak bir şey olsa idi, ‘sokağın’ ülke siyasetinde bu kadar kriminalize edildiği bir ortamda, işçiler bu ölçüde sokağa akamazlardı.

•Örgütlü olmasına rağmen ‘89 eylem deneyimleri lokal kaldı, deneyim paylaşımı ve birleşik bir forma evrilmesi mümkün olamadı. Alternatif ve sosyal medya aracılığıyla bugünkü eylemlerde gerçekleşen deneyim paylaşımı ise tek kelimeyle muazzamdır. Lenin’e atıfla “işçi sınıfına dışarıdan bilinç aktarımı” denen işlemin esası -Lenin iyi okunduğunda anlaşılacağı gibi- mücadele deneyimlerinin başarı ve başarısızlıklarıyla aktarılmasıdır. Sosyal medya ortamında bu işlem seçici olmayan bir biçimde görsel hafızaya etki ederek gerçekleşmektedir. İçinde bulunduğumuz ortamın niteliği gereği, deneyim aktarımları sonucunda, işçiler kendi tekil sorunlarının işçi sınıfının tamamının sorunu olduğu ve hatta toplumun da aynı sorunla boğuştuğu gerçeğini hızla idrak edebilmektedir. Soruna kaynaklık eden nedenler ve çözüm konusu ise Kara Kış Kalkışması’ndaki kolektif eylemliliğin hangi ölçüde örgütlü bir forma kavuşacağı ile ilgilidir.

•’89 Bahar Eylemleri “ihracata dayalı büyüme modelinin” ücretlerin bastırılmasına dayanan ayağını kırmayı başarmış, ücret kayıplarını telafi eden sonuçlar almıştı; lakin işyeri inisiyatifine dayalı eylem formunu sendikal örgütlülük içine taşıyamadığı gibi, mücadeleye önderlik eden kadrolar da sendika genel merkez yönetimlerinde sınırlı ölçüde yer alabilmişti. Bunların da etkisiyle neoliberal gündemin karşı ataklarını önleyebilecek bir birikim yaratamadı. Bugünkü eylemler, uzun süreli iktisadi buhran koşullarında, çoğunlukla örgütsüz, işyeri tabanlı ve ücret odaklı gelişiyor. Özel sektörde tedarik zinciri içinde yaşamsal hizmet üreticisi kargo işçilerinin performatif eylemleri, Kara Kış Kalkışması’nı görünür kılıyor; yayılarak gelişen bu eylemlerin nasıl sonuçlanacağı hakkında kestirimlerde bulunmak zor olsa da etkilerinin farklı olasılıklara açık olacağı, şimdiden söylenebilir.

Proleterleşen toplum sınıflaşıyor

Dünyanın Güney Kutbu ile birlikte Türkiye de 21. yüzyıla kısa zaman aralığında gerçekleşen büyük proleterleşme dalgaları ile girdi. Bugün Türkiye’de istihdam edilenlerin yüzde 71’i ücretli; toplamı yüzde 25’i bulan esnaf ve ücretsiz aile işçilerinin önemli bir bölümü de sermayenin doğrudan nüfuzu ve gerçek denetimi altında yaşamlarını sürdürmektedirler. Sadece 12 yıl önce, 2010’da istihdam edilenlerin yüzde 60’ının ücretli, kendi hesabına çalışan (yüzde 21) ve ücretsiz aile işçisi (yüzde 13) toplamının da yüzde 34 olduğu düşünüldüğünde, ücret rejimine tabi olarak yaşayanların sayısının Türkiye toplumundaki payı ve gelişmenin yönü daha iyi anlaşılabilir.

21. yüzyıldaki büyük proleterleşme dalgası, 19. yüzyıldakinden farklı olarak yeni istihdam alanları yaratılarak gerçekleşmiyor; kendine yeter geçim koşullarından kopartılan ve işgücü piyasasına fırlatılan milyonlar kısa süreli güvencesiz istihdam ve işsizlik sarmalından mütevellit bir hayatı deneyimlemeye başlıyorlar. Üstelik bu deneyim, para ile erişilebilir olmayan ya da meta olmayan yaşam alan ve olanaklarının da tümüyle tasfiye edildiği bir zamanda gerçekleşiyor. Bu koşullarda ücret, yaşamı sürdürebilmenin yegâne aracı konumuna yerleşiyor.

20. yüzyıl boyunca ücret mücadelesi daha iyi koşullarda yaşama arzusunun ifadesi idi, şimdi ise yaşamı sürdürebilme güdüsünün bir ifadesi haline gelmiş bulunuyor. Zira 21. yüzyılın kapitalist birikim rejiminde sermaye, emeğin yeniden üretiminde sorumluluk üstlenmediği gibi yeniden üretimin geleneksel ve/veya kamusal nitelikteki meta dışı alanlarına çökerek metalaştırmış durumda. Bu koşullarda sınıflar mücadelesinin odağına ücret rejimi ve seviyesinin yerleşmesi anlaşılırdır. Tam da bu nedenle, talep edilen ücret seviyesinde sağlanan anlaşmaların etkisi kısa süreli ve geçici olacaktır; çünkü ücret odaklı mücadelenin gerçek içeriği, ücrete bağımlılık alanlarının geriletilmesi mücadelesidir. Beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi yaşam alanlarının parayla erişilebilir alanlar olmaktan çıkmaları sağlanmadıkça, ücret talebinin daha iyi koşullarda yaşama arzusunun bir ifadesi olabilmesi mümkün değildir.
Mal ve hizmet üretim sürecinde konumlanan erkek ve kadınlar mücadele içinde bir sınıf olarak tarih sahnesine çıkarlar. Yoksulluk çok arttığı için değil, derinleşen toplumsal eşitsizlikleri meşrulaştıran mekanizmalar etkisizleştiği için ayağa kalkan ve büyük bir toplumsal meşruiyete sahip bulunan işçiler, Cumhuriyet’in yeniden kuruluş sürecinde Türkiye toplumuna insanca bir yaşam sürdürebilmek bakımından büyük olanaklar sunuyorlar.