Mücadelemiz güzel olsun

Artemis Günebakanlı

Bu yazının başına oturduğumda niyetim, Amerikalı müzisyen Chelsea Wolfe’un yeni albümü Birth of Violence’dan bahsetmekti. Müziğini paylaşmak için kendisini dinleyecek birilerinin olduğu her yere giden ama bir yandan da yüksek derecede sahne korkusuyla ve anksiyeteyle mücadele eden, korkusunu aşmak için ilk yıllarda yüzünü örten siyah tüllerle sahne alan müzisyen. Çocukluğu boyunca yaşadığı uyku felcinin zihninde bıraktığı imgeleri şarkılarına taşıyan, bir şekilde hem karanlığı hem aydınlığın ipuçlarını müziği içinde el ele gezintiye çıkaran bir kadın.


Gotik bir atmosfere sahip folk şarkılarıyla başlayan yolculuğunun altı stüdyo albümü boyunca nasıl her durakta biraz daha karanlığa meylettiğini, ses dünyasına yüksek ses duvarlarının eklendiğini, sisler içindeki vokalinin Wolfe’un ruhundan dinleyicininkine direkt bir çizgi çektiğini, yürüdüğü yolda drone, metal, rock tanımlamalarının içinden geçtiğini yazacaktım. Son albümü Birth of Violence’da sanki bütün yolları aşıp yine en yalın haline varmış gibi, ilk kayıtlarındaki folk ağırlıklı şarkı yapısına geri döndüğünü söyleyecektim. Turnelerle geçirdiği yıllarda kendinden bir parçayı kaybettiğini anlatan, kendisine daha iyi bakıp içine dönmeyi denediği bir dönemde Birth of Violence şarkılarını kaydeden Chelsea Wolfe’un müzikal dönüşümüne tanık olmanın, bir dinleyici olarak ne kadar keyifli olduğundan bahsedecektim. Planım buydu.

2019’da zihinsel bir iş yapmaya çabalayan hemen hemen herkes gibi ben de çalışırken dijital hayatın getirdiği dikkat dağıtıcılara yenik düşüyorum. Bu hemen dönmem gereken bir e-mail’in sesi mi? İki dakikalığına kalkıp su içerken biraz Twitter’a baksam ne olur? Sonrasını hepimiz aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz.

Yazıyı yazarken göz ucuyla Twitter’a baktığımda, kanserle uzun süren mücadelesinden sosyal medya vesilesiyle haberdar olduğum Neslican Tay’ın ölüm haberini gördüm. 2017’den beri kanserle savaşını gülümseyen bir yüzle, cesaret veren cümlelerle, yaşamayı sevdiğini her fırsatta söyleyerek paylaşan, 21 yaşında genç bir kadın. Tedaviye cevap vermeyen tümör nedeniyle bacağı ampüte edilen, protez bacağıyla “demir kadın” olarak büyük bir iştahla hayata tutunan, ağır ve acılı tedavi süreçleriyle kanseri üç defa yenen biri. Yaşadıklarını “teselli bulmak için değil, gücünü ve bakış açısını yaymak için” açıklıkla paylaşıyordu. Geçtiğimiz iki yılda kim bilir kaç kişinin zayıflayan gücüne güç kattı, kaç kişiye umut verdi, hayatında karşılaşmadığı insanlara dokundu, onların duygularını dönüştürdü. Hastalıkla dördüncü savaşını sürdürürken hayatını kaybeden Neslican Tay için, kendisinin yine kanserden kaybettiği bir arkadaşının ardından söylediklerini tekrar edebiliriz sadece: Mücadelen çok güzeldi.

Neslican Tay gibi cesur, örnek alınacak bir kadını tanımamızı sağlayan sosyal medya aynı zamanda yaşadığımız toplumun ahlaki çöküşünün ürünlerini, hayata ve yaşam gücünü çağrıştıran her şeye düşman, insanlık onurunu düştüğü kötülük havuzu içinde yitirmiş ve önünde sonunda kendisi de yitip gitmeye mahkûm kişileri de karşımıza çıkarıyor. Belki Neslican’ı uzaktan da olsa tanımış olmanın yanında küçük bir bedel, yine de mücadele etmemiz gereken bir kötülük. Tıpkı Neslican ve sayısız insanın her gün kanserle dişe diş bir savaş vermesi gibi, biz de insani değerlerden yoksun bu çürümüşlükle mücadele etmek zorundayız. Yaşama değer vererek, her an elimizden kayıp gidebileceğinin bilinciyle ama bizden sonra da varolacağını bilmenin sorumluluğuyla, zarar vermemeye çalışarak, zarar verenin karşısında durarak. Chelsea Wolfe’un “The Mother Road”da dediği gibi “çiçeklenip onları karanlıkta bırakarak, uyanıp dönüşerek”. Umarım bizim mücadelemiz de güzel olur.