Denizlerin idamının 50. yılında ‘68 kuşağını çizgi romanla anlatan Burhan Kum’un ‘1972 – Meşaleyi Yakanların Öyküsü’ adlı eseri okuyucularla buluştu. Kum, “Amacım ‘68 kuşağını gençlere anlatmak” diyor.

Mücadeleye devam

Umut SERDAROĞLU

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan… Onların dünyadan zorla kopartılışı üzerinden tam 50 yıl geçti. Bu 50 yıl içerisinde Denizlerin davası, savaşı unutulmasın diye birçok kitap yazıldı, belgesel çekildi. Toplumsal belleği diri tutabilmek için büyük çabalar sarf edildi. Denizlerin idamından 50 yıl sonra ise ’68 devrimci gençlik hareketinin hikâyesi ilk defa çizgi romana taşındı. Ressam Burhan Kum, Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan ‘1972 - Meşaleyi Yakanların Öyküsü’ geçmişle günümüzü buluşturarak Denizlerin hikâyesini farklı bir perspektifle okuyucuların beğenisine sundu.

Burhan Kum’la hem eser üzerine hem de ’68 kuşağının etkileri ve mücadeleleri üzerine konuştuk.

1972 - Meşaleyi Yakanların Öyküsü’nün büyük bir emek verilerek, titizlikle yürütülen araştırmalar sonucu ortaya çıktığını görüyorum. Böyle bir hikâyeyi neden çizgi roman olarak anlatmayı tercih ettiniz?

78 kuşağı olduğum için zaten konuya oldukça hâkimim. Ancak Denizlerin idamının 50. yılı ile ilgili bir çizgi roman yapmaya sadece bir yıl önce karar verdim ve yüz yirmi sayfalık bir çizgi roman için bu çok kısa bir süredir. Yine de senaryoyu yazmadan önce döneme ait bulabildiğim tüm kitapları okuyup, belgeselleri izledim. Araştırma yapmak için Nurhak’a, Ankara’ya ve İstanbul’a giderek yüzlerce fotoğraf çektim. Amacım ‘68’li Devrimci Önderler’in meselesini günümüz gençlerine anlatmak olduğu için senaryoda yer alacak gençleri buldum ve onlarla uzun zaman geçirerek bugünün öyküsünü kurguladım. Senaryo yazımı dört ay sürdü, üç ayda da storyboard’u çizdim. Birkaç yıl önce Akdeniz Üniversitesi’nde ders verdiğim sırada, ülkenin tarihinde önemli bir yeri olan 68 dönemi hakkında gençlerin pek az bilgi sahibi olduğunu fark etmiş, onlara dönemi nasıl anlatabileceğim üzerine zaten düşünmeye başlamıştım. Görsel dünyaya doğan bu gençlerin çoğu çizgi roman okuruydu. Bu güne dek, kısa ömürlerine olağanüstü eylemler sığdıran 68 Önderlerinin hiç çizgi romanının yapılmamış olması ise beni ekstra kamçıladı ve işe koyuldum. Çizim ve boyamayı da her sabah beşte kalkıp atölyeye giderek beş ayda tamamladım.

mucadeleye-devam-1019043-1.
1972-MEŞALEYİ YAKANLARIN ÖYKÜSÜ
Burhan Kum
Ayrıntı Yayınları, 2022

DÖNEMİN RUHUNA DAİR FİKİRLERİ YOK

Eseri kaleme alma motivasyonunuz olarak Denizleri gençlere hatırlatmak diyebiliriz o zaman…

Oğlumun adı da Deniz. Adının nereden geldiğini tabi ki biliyor ancak Deniz Gezmiş’in yoldaşlarına, dönemin ruhuna ve birbirleri için ölümüne mücadele eden gençlerin meselelerine dair hiçbir fikri yok. Üstelik tecrübeye dayanarak söylüyorum, politik bilince sahip, mevcut iktidara itiraz eden günümüz gençlerinin bile çoğu, ‘68 Önderleri’nin adlarını bilse de ne yazık ki toprak işgallerini, Tepecik genelevindeki kadınların 6. Filo askerlerini kovalamalarını, 15-16 Haziran’ı, Nurhak’ı, Kızıldere’yi layıkıyla bilmiyorlar. Banka soygununda halk adına el koydukları paradan hasta oğluna bir ilaç bile alamayan Sinan Cemgil’i bilmiyorlar. Siyasal İslamcılar Dolmabahçe’de 6. Filo’yu kıble belleyip namaz kılarken, devrimci gençlerin özgür Filistin için öldüklerini bilmiyorlar. Çizgi romanımda özellikle karanlıkta bırakılmak istenen bu ve benzeri olaylara yer vererek 68’in insani boyutunu da anlatmak istedim.

‘68 kuşağı ve toplumsal bellek arasındaki bağı nasıl değerlendirirsiniz?

Kesinlikle var ve bu bağı Gezi Direnişi’nde tüm netliğiyle gördük. 68 kuşağı bu topraklara benzersiz bir itiraz, direniş ve dayanışma kültürü armağan etti. Bütün baskı ve çarpıtmalara rağmen bu kültürün kuşaktan kuşağa aktarılabilmiş olması sevindirici. Yalnız 68 ile günümüz arasındaki en büyük fark, o günlerin gençliği örgütlü, toplumsal bir kurtuluşun peşindeyken günümüz gençleri daha çok bireysel kurtuluş arayışı içindeler. İktidarın hepimize umut veren bir kıvılcım olan Gezi’den en büyük korkusu direnişin toplumsal bir örgütlenmeye dönüşme potansiyeliydi. Bu gerçekleşmemiş olsa bile, tamamen uyduruk ve yasa dışı iddialarla Gezi Direnişi’nin sözcüleri olarak görülen insanlara verilen adaletsiz cezalar korkunun boyutlarını gösteriyor.

TEK FARK 3 KAT NÜFUS

Hikâye içerisinde birçok farklı geçiş var. Neden böyle bir anlatım tarzını seçtiniz?

Denizler idamla yargılanırken toplu savunma yapmaya karar veriyorlar ve her biri savunmadan bir bölüm okuyor. Hüseyin İnan’ın okuduğu bölüme çizgi romanımda yer verdim. 1970 Türkiyesi ile günümüz arasındaki tek fark yaklaşık üç katına çıkmış olan nüfus. Kürt sorunu çözümsüzlüğünü koruyor, insanlar hastalıklarına hâlâ tarikat şeyhlerinden deva bekliyor, okuma yazma oranı yüksek gibi görünse de milyonlarca kişi okuduğunu anlamıyor, düşündüğünü yazamıyor. Üretim hâlâ yetersiz, ülkenin dışa bağımlılığı artmış durumda ve işsizlik çığ gibi büyüyor… Bu durum hiç de iç açıcı olmasa bile bir çizgi romancı olarak benim elli yıllık bir zaman farkı arasında bağlantı kurabilmemi ve geçişler yapabilmemi kolaylaştırdı. Ne var ki elli yıl önce sorulan bir sorunun cevabının bugün bile aranıyor olmasının beni mutlu ettiğini söyleyemem. Eğer bir ülkede sorunların özü elli yıldır değişmiyorsa bunun suçunu kendimizde aramalıyız.

Eserde kullandığınız dil ’68 kuşağını anlatan eserlere baktığımızda alışılagelmişin dışında duruyor. Bununla ilgili tepki gösteren oldu mu?

Geçmişle günümüz arasındaki değişimi vurgulamak için üç ayrı dil kullandım. İlki, geçmişte insanlar birbirine “Hocam, yoldaş” diye hitap ederken, günümüzde gençlerin aralarında “Hacı, kanka” gibi kelimeler kullanıyor olması. İkinci olarak, günümüz gençleri küfürlü konuşuyorlar. Bazı anılarda Deniz Gezmiş’in de küfürlü konuşmayı sevdiğini, Cihan Alptekin’in de buna şiddetle itiraz ettiğini (“Bir devrimci asla küfür etmez!”) okuduğum için geçmişin dilinin daha formel olmasına dikkat ettim. Fakat günümüz gençliğinin diyaloglarında, çalıştığım gençler aralarında nasıl konuşuyorlarsa kitaba aynısını yansıttım. Bu konuda yakın çevremden bazı eleştiriler alsam da gençler kitaptaki her kelimeyi onayladı. Sonuçta benim kızım bile küfürlü konuşuyor ve bu bizim aramızda hiç sorun değil. Kullanılan dil de kuşaklar arasındaki farklılığı vurguluyorsa bunun ne sakıncası olabilir?