“Terbiyesiz herif, cumhurbaşkanı söylüyor hala içmeye devam ediyor.”

Erdoğan’ın İstanbul Esenler gezisi sırasında bir kafede karşılaştığı sigara içen gençlere söyledikleri. Karşısında sigara içilmesini terbiyesizlik olarak görüyor belli ki.

Rahmetli dedem yanında babamın beni sevmesini saygısızlık olarak görürmüş. Karşısında sigara içilmesini de öyle görürdü. Çocuklarına sıkıntı vermeden geçirdiği gün sayısı azdır, erken yaşta sinir stresten hastalanıp vefat etti. Tabii dedemi değerlendirmek ailesine düşer, sonuçta ülke yönetmiyordu. Ancak Cumhurbaşkanı sinir sahibi olunca yansıması ülkenin üzerinden hiç kalkmayan bir karabasan oluyor. Seven, sevmeyen herkes ızdırabını çekiyor.

Esenler’deki durumda değerlendirilmesi gereken bir detay var. Cumhurbaşkanının etrafındakiler. Önce gülerek ortada bir espri varmış gibi davranıyorlar. Hepsinde “yine birilerine takılıyor büyük reisimiz” edası. “İstikbalim için şu an gülmeliyim” ifadesi. Ortada bir şaka olmadığını anlamaları uzun sürmüyor. Erdoğan “nerede zabıtalar” der demez telaşlı telaşlı koşturmaya başlıyorlar. O an hepsi birden durup “Allah’ım atsan atılmaz, satsan satılmaz. Ekmek kapımız. Bu vasat halimizle onsuz aç kalırız, mecbur çekiyoruz işte” diye ağlamaya başlasalar tablo tamamlanacak sanki. Kontrol hastası bir babanın tedirgin çocukları gibiler.

HUBRİS    
İki hafta önce Fransız Le Monde’da Alain Franchon imzasıyla bir makale yayınlandı. Makalenin bir yerinde Cumhurbaşkanımız için “hubris” ifadesi geçiyordu.

Hubris, tanrısal ego ya da güç zehirlenmesi şeklinde tarif edilen bir hastalık. 2009’da tıp dergisi Brain’de yayımlanan bir yazıya göre hubris sahibi siyasetçiler politik arenayı kendini yüceltmek için kullanır, kendini ulusla bir tutarak kişisel sorunlarını ulusun sorunları olarak görür, kendinden biz diye bahseder, mahkemelerin kendinden hesap soramayacağını düşünür.

Dev fotoğraflı milli irade afişlerini, hükümete dönük muhalefeti millete tehdit vurgusuyla sunma çabası, yolsuzluklardan her bahsedene vatan haini yaftası vurulması ve son yıllarda hubrisin semptomlarıyla örtüşen yüzlerce vakayı bir bir hatırlatmaya gerek yok. Le Monde ve Brain’in yalancısı olarak bu bahsi burada kapatayım.

MEGALOMANİ  
İnşaatı başladığından beri imar kanununa aykırılığıyla hep gündemde duran Ak Saray meselesine de bakalım. Kremlin’den ve Beyaz Saray’dan defalarca büyük olan bu yapı bizdekinin aksine dünya basınında epey farklı biçimde yur tuttu.

Die Welt, Ak Saray’ı “megalomani” başlığıyla duyurdu. Spiegel “Erdoğan’ın 1000 kaçak odası” başlığını attı. New York Times’da “Erdoğan’ın Devasa Hırsı” başlık seçildi,”tek bir adamın hırsına hizmet ediyor: Erdoğan” ifadeleri kullanıldı.

Ak Saray aslında iktidarı en net ifade eden “şey.” Şey diyorum çünkü ne olduğu belli değil. Başbakanlık binasıydı, başkanlık sarayı dendi, Erdoğan cumhurbaşkanı olunca da cumhurbaşkanlığı binası oldu. “Tek bir adamın hırsına hizmet ediyor” ifadesi bu açıdan isabetli. O bina çok büyük bir kibrin tatmini için inanılmaz paralar harcanarak hazırlanmış bir “şey”.

Ama kontrolsüz kibri tatmin edebilecek bir yetki, nesne ya da yapı yok. Saparmurat Niyazov, Türkmenistan’ı 21 yıl yönetti. Sarayı vardı. Ocak ayını kendi, nisan ayını annesinin adıyla değiştirdi. Tatmin olmadı. Her yere heykellerini diktirdi. Kitap yazdı, okunmasını zorunlu tuttu. Ama durmadı. Sevmediği her şeyi yasakladı. Buna yolda sigara içmek de dahildi. Söylentiye göre de ölmeden önce peygamberlik ilanı için kampanya hazırlıyordu.

Bu yazıları yazabildiğimize göre Niyazov bizim için uç bir örnek tabii. Yirmi birinci yüzyılda kendine saray yaptırmış, giyim kuşamdan çocuk sayısına kadar her tercihe karışan, mahkeme kararlarına beni ilgilendirmez diyebilen, “başbakanı yuhalarsan tokadı yersin tabii” cümlesini kurabilen, karşısında sigara içenlere bile tahammülde zorlanan biri için Niyazov, IV. Murat ya da Sultan İbrahim benzetmesi abartı olabilir. Belki de konu basit bir lise müdür yardımcısı sendromundan ibarettir. En azından şimdilik öyle umalım.