Müftünün nikâh kıyması, kadını bireyliğe yükselten ve medeni hukuk ile medeni haklardan yararlanmasını sağlayan laiklik ilkesine kurşun sıkmaktır. Tasarı Meclis’ten geçtiği gün laiklik onulmaz yara almıştır

Müftü nikâhı ve laikliğe sıkılan kurşun

Canan Güllü - Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı

İçinde yaşadığımız yıl gerçekten her bakımdan diğer yıllardan farklıydı. Bunu, geçmişin muhasebesini yaparken biz yakın takipte olanlar daha iyi anlıyoruz.

Türkiye’de kadına yönelik erkek şiddeti varlığını koruyor. Fakat diğer taraftan, kadınların kazanılmış haklarının nasıl yok edildiği de dikkatle irdelenmelidir. 4320 sayılı Yasa yürürlükten kaldırıldığında, yerine ikame olan 6284 sayılı Yasa'nın eksikleri ve uygulamada karşılaşılan sorunlar olsa da, yine de kadınlara can simidi olduğuna tanıklık edebiliyorduk. En azından kadın beyanını esas alan yargı, bazı yönleriyle korumaya yönelik işliyordu. Ancak bu süreçte bundan rahatsız olan ve bu durumu aleyhte kullanma adına menfi propaganda yapan kamu ve erkekler de seslerini yükseltmeye başlamıştı.

Öyle etkili oldular ki mağdur babalar derneği kuranlar, kamuda bu yasayı iş dünyasında mevzuya endeksleyerek aslında kadınları koruma amaçlı bu kanunun özellikle ısrarlı takip bölümünü çek senet olaylarında ya da 2 erkek şiddetinde gündeme taşıyarak iş yoğunluğunu artırdığını ve kanunun ruhuna aykırı hareket ettiği hakkında söylem geliştirdiklerine tanıklık ettik.
Son günlerde ise işi daha ileri götürerek kaşı kampanya yaptıklarını görmekteyiz. Gazetelerde tam sayfa haberlerle, değişimi isteyenleri ne kadar rahatsız ettiğini görmeye başladık.

Özellikle son haftalarda bu rahatsızlık had safhada. Deyim yerindeyse, ‘bu yasa kadınların dillerini uzattı kaldırılsın, egemenlik elden gitmeye başladı’ demeye getirdiler. Koruma kararı sayısını, artan şiddetin yarattığı yardım talebi olarak görmekten ziyade, bunu ters açıdan görerek; rahatları kaçan o ‘kutsal aile’ yapısının erkeklerin lehine değerlendirmeyi daha kayda değer görmekteler.

Bu süreçte 2015 yılında kurulan TBMM Boşanma Komisyonu’nun taslak raporunun içeriğindeki kadınların ve hak kayıplarını destekleyen tespitlerinin artçıları ile devam eden tecavüz önergesi diye adlandırdığımız erken yaş evliliklerine geçit vermeyi öneren bu gayret, akıllara ziyan bu durumun ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Birlikte hatırlayalım, dönemin Adalet Bakanı, çocuk ve rıza kelimelerini yan yana getirecek söylemlerde erken yaş evliliğine meşrulaştıran ifadeler kullanmış, altın takan kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmak yerine, onların 13 yaşında bir geline takı takmasını sorun etmemiş ve yargının iflasına imza atmıştır.

Kadın mücadelesinin rolü çok büyük
Tüm bunlar aklı selim kadın mücadelesi ile engellenmişti. Biz yaşananları boşuna artçı diye tanımlamadık. Çünkü aynı sürelerde bir yandan da Adalet Bakanlığı arabuluculuk konusunu gündemine almıştı. Kadınlar erkek şiddeti vakalarında arabuluculuğun olmaması gerektiğini savunurken, Bakanlık son sürat yol alıyordu.

Cepheler genişliyordu hak kayıpları meydanında… Ama mücadele de güçlenerek devam ediyordu. Biz kadın örgütleri, bu coğrafyada haklarımızı 1850’li yıllardan beri erkek egemen zihniyete karşı yürüttüğümüz mücadeleyle elde ettik. Kazandıklarımız, kimilerinin dediği gibi, bizlere altın tepside sunulmamıştı.

Bu arada cephelerden biri de karakollarda kabul görmeme idi. Söz konusu yaklaşım, kadının evinde yaşadığı şiddeti dışarı taşımasının önünde bir engel iken, buna karşılık artan çoklu istismar, bireysel istismar ve ensest vakalarında da yargıya intikal etme açısından artış yaşandı.

Tüm bu gelgitler içinde müftülere verilen nikâh yetkisi, iktidardaki zihniyetin konudan ne kadar uzak olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bu taslak aslında medeni haklarla elde edilmiş resmi nikâhı değersizleştirmeyi amaçlamaktadır. Laikliğin en temel ilkesi olan din ile devlet işlerinin ayrılığı ilkesine inat, müftüye verilen yetki, medeni nikâh ile dini nikâhı aynı bünyede buluşturmak anlamına geliyor.

Ne fark eder, ha müftü ha memur!
Bu adım çift başlı hukuk sistemine geçiş demektir. Bazı çevrelerin “Canım ne olacak ha müftü ha belediye memuru kıymış nikâhı” söyleminin aslı da konudan uzak bireylerin duygularını yansıtan içi boş bir cümle olarak kayıtlara geçti. Çok şey fark eder. Müftünün nikâh kıyması, kadını bireyliğe yükselten ve medeni hukuk ile medeni haklardan yararlanmasını sağlayan laiklik ilkesine kurşun sıkmaktır. Tasarı Meclis’ten geçtiği gün laiklik onulmaz yara almıştır.

Bu arada henüz yönetmeliğin çıkmadığı günlerde Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde 8 çocuklu bir müftü, bir çifte nikah kıymış ve 5 çocuk tavsiyesinde bulunmuştur. Kadınları bir kuluçka makinesi gören zihniyetin en açık göstergesidir bu. Kuşkusuz buradan çıkış, eğitimli bir nesille mümkün olacaktır.

Biz kadınlar 16 yıldır “makbul kadını” dayatan politikaların yarattığı iklimde nefes alamıyoruz. Boşanmayı zorlaştırma, kürtajı önleme, kadınları evlenmeye ve doğurmaya teşvik etme konusunda her gün yeni politik araçlar geliştirilmeye çalışılması, siyasal iktidarın kurguladığı ailede yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu gösteriyor. Ama aileden Diyanet’e, kadınları muhtaç bireyler olarak gören yardım politikalarından, iş gücü piyasalarının kadınlar aleyhine örgütlenmesine, müftü nikâhından kürtaj yasağına kadar geniş bir yelpazede kadının kazanılmış haklarının sınırlanması söz konusu.

İş gücü piyasasında da durum çok farklı değil. Esnek çalışma yasası ile kadın istihdamının artırıldığı beyan edilmekteyse de, kalifiye eleman yetişmesindeki süreci ve maliyeti düşünen sermaye, bu elemana yarı zamanlı iş sunma konusunda hiç de iyi niyetli değil. Bu durum da kadının işe alımının önünde bir engeldir. Belki de ‘iyi niyetle’ başlayan bu çalışmanın zararı faydasından çok olmuştur. Kadın iş gücü piyasasında istihdam azalmıştır. Ancak hem İŞKUR projeleri hem meslek liselilerin stajları nedeniyle artan SSK’li sayısı kadın istihdamını artmış gibi gösterse de bu artış sanaldır.

Bu arada taslak çalışması yapılan 2010 yılında çıkarılmış Başbakanlık Genelgesi'nin yenilenme çalışmalarından gelen haberlerse, kadınlara iş yaşamında eşitlik yolunu açan maddelerin yeni genelgede yer almayacağı konusunda ipuçları vermektedir.

Tüm bu konular konuşulurken, bir yandan da yargıya intikal etmiş bazı dosyaların, iş yoğunluğunu azaltmak adına, uzlaşma konusunun şiddetin söz konusu olduğu dosyalara uygulanması medyaya yansıdı. Bu konu ile ilgili olarak tehdit ve hakaret içerdiği için uzlaşmaya sevk edilen 2 dosyada, kadınların birinde kezzap, diğerinde 5 bıçak yarası olduğu tespit edilmiştir. Geçmişte de şiddet nedeniyle boşanmış çiftlere uygulanan bu yöntem, Adalet Bakanlığı Uzlaşma Daire Başkanlığı’na ve Aile Bakanı’na anlatılmış ve tehlikenin büyük boyutlarda olduğu ve uluslararası İstanbul Sözleşmesi’ne aykırılığı vurgulanmıştır.
Toplumsal farkındalığın artırılmasının ve uygulamadan kaynaklanan yasal mücadelenin sürmesi şarttır. Aynı zamanda da tüm bunların oluşumuna sebep olan; kadını ikincilleştiren devlet politikasının ve kazanılmış hakların gaspına yönelik tutumun son bulması gerekmektedir.

Evet, yasal hakların hayata geçirilmesi adına kadın örgütleri çok çalıştı. Federasyonumuz da bunlardan biri. Ancak hem söylem hem eylemde merhamet adaletine terk edilen bir süreçle karşı karşıyayız. Demokrasi, kadın-erkek eşitliği ile var olur. 2002-2007 yıllarındaki uyum yasaları, 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi ile ufka yelken açtığımız zaman diliminde ve geçmişte kazandığımız hakları koruma adına siyaset üstü olarak mücadeleye devam edeceğiz. Her şey, nüfusun yarsını oluşturan kadınların da refah içinde yaşaması için.