Türkiye hem Suriye’de hem Libya’da resmen savaş halinde değil mi?

Gerçi Saray medyası savaş kelimesini kullanamıyordu. Ayşenur Arslan da dün yazdı. “Neyse ki Reis çıktı ve ‘adını’ koydu: Savaş.” Çünkü CB şöyle demişti: “İdlib’de yoğun bir, ben buna savaş diyebilirim, şu anda orada devam ediyor.”

Ayrıca “Libya'da birkaç tane şehidimiz var” demedi mi? Dedi. Tane hesabıyla şehitten söz etmedi mi? Etti.

Savaş var! Eskiden davullu zurnalı asker uğurlama törenleri yapılırdı. Şimdi yine yoksul çocukları askere gidiyor ama maaşlı uzman erbaşlar olarak savaşa katılıyorlar. Gelen cenazeler yine yoksulların.

Şöyle bir fotoğraflı haber ise anlamlıydı: “Karabük Safranbolu’da 125. Jandarma Eğitim Alay Komutanlığı’nda düzenlenen törenle 2 bin 237 uzman erbaş mezun oldu. Askerlerin gösteride AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın posterini açması dikkat çekti.”

Uzman erbaşlar kategorisinin maaşlı olması yüzünden sanki ölümler daha normalmiş gibi tane hesabıyla veriliyor ve kanıksanıyor ve kanıksatılıyor.

Savaş var! Yani milliyetçi ve muhafazakâr kesimleri coşturması gereken bir durum. Yakın geçmişte ne olurdu? Evlerin çoğuna bayrak asılırdı. Savaş var diye bayraklı arabalar korna çalarak yollarda gezerdi. Şimdi poster yetiyor. Şimdi herkes işinde gücünde. Sadece futbol maçları heyecan yaratıyor gibi.

Ama işbaşında, hadi en nazik ifadeyle söyleyelim, muhafazakâr-milliyetçi bir iktidar yok mu? Var. Ve fakat milliyetçi ve muhafazakârlar bile savaşı kanıksadılar. Ölümleri de. Adeta bir apati (duyarsızlık) içindeler. İlgisizler. Kayıtsızlar. Savaşı, ölümleri, açlığı, felaketleri pek önemsemiyorlar.

Neden? CB önce işlevsizleştiriyor, sonra tüm işlevleri tekelinde topluyor. Milliyetçi ve muhafazakâr kesimler bile kendilerini işlevsiz hissediyor. Çünkü tek ve biricik işlev sahibi olarak Reis her şeye yetiyor.

Peki, insanlar niye duyarsızlaşır? Psikoloji bu durumu hayal kırıklığına ve işlevsizliğe bir nevi doğal tepki diye açıklıyor. Hayal kırıklığı bel bağladıkları Saray rejiminden kaynaklanıyor. Kafaları karışık. Sanırım milliyetçi-muhafazakâr kesimler duyarsızlaştıkça, böylece öfke, endişe ve işlevsizlik gibi olumsuz duygulardan uzak durmanın bir yolunu bulmuş oluyorlar. Belki de Reis var diye avunuyorlardır.

Mesela o Reis çığ felaketi günlerinde yüzde 85 rekor oy aldığı Delice’de bir miting yapmıştı. Delice! Afet olmuş, kürsüden keyif çayı poşetleri atmıştı. Virüse ilaç diye de dut pekmezi. Safsataları ise sadece kargalar kahkahayla dinliyordur.

Muhafazakârlarda bir apati var, seküler kesimde ise tam tersine öfke ve endişe ve heyecan duygusu hâkim. Haliyle daha dinamik ve empatikler (duygudaşlar). Ama bu şimdilik bir nevi avara kasnak dinamizm. Saray’a muhalif muhafazakâr-milliyetçi kesimlerle ittifaka mecburiyetten harekete geçemeyen ve bekletilen ve onlardaki apati ile de baskılanan bir dinamizm.

Evet, şimdilerde Saraylıların dışında herkesin olduğu bir demokrasi ittifakından söz ediliyor. Demokrasi kelimesiyle kastedilen hakiki bir demokrasi değil tabii ki, hedef Saray rejimine son vermek. Bu ittifakın kurucu unsuru olmaya soyunan CHP yönetimi böyle bir ittifaka sosyalistleri ve devrimcileri kurumsal olarak dâhil etmeye karşı duruyor. Pişmiş aşa katılan su olarak görüyor.

Sosyalistler ve devrimciler hiç kimseye elbette “Durun Saray rejimini yıkamazsınız!” diye tavır almaz. Öyleyse yapılacak şey bellidir. Bu da sosyalist ve sol zeminde, Saray rejiminin yıkılmasında kendi bildiğini okumaktır. Seküler muhaliflerdeki öfke ve endişe ve heyecan duygusunun yarattığı dinamizmi, özellikle apati (duyarsızlık) karşısında tüm emekçileri ve ezilenleri kapsayan devrimci empati (duygudaşlık) ile donatmaktır.

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!