Modernlik ve muhafazakârlık geriliminin yarattığı toplumsal iklim, Türkiye’de kimi zaman net, kimi zaman bulanık ayırımlarla ama her önem önemli meselelerden biri oldu. Siyasal yönetim bağlamında baktığımızda erken Cumhuriyet yıllarında modernleş(tir)meci pratiklerin baskın niteliği özellikle 1980 Askeri Darbesi ile muhafazakâr eğilimleri besleyen yeni politik iklimle değişmeye başlamıştı. Küresel dünyanın muhafazakârlığa alan açan imkânları ve geçmişte muhafazakâr alanı tahrip eden ağır modernleştirici siyasal pratiklere duyulan tepki, bu değişimi hem siyasal hem de toplumsal alanda hızlandırmıştı. Nitekim 1990’lı yıllardan beri toplumsal eğilimlere dair araştırmaların, adeta mutabakatla Türkiye’nin giderek muhafazakârlaştığını söylemesi şaşırtıcı değildir.


Türkiye’nin muhafazakârlaştığı söylemi, sonraki süreçte de konuyla ilgili araştırmaların ortak bulgusu olarak devam etti. Seçim sonuçları, gündelik dil ve söylemin değişimi, dini pratiklerin yaygınlaşması, kamunun dini gerekliliklere göre yapılandırılması gibi durumlar bu eğilimi daha güçlendirdi. Türkiye’nin muhafazakârlaştığı söylemi giderek bir tür ortak inanca dönüştü. Bu eğilimin değişemez olduğu varsayımı da bu inançtan beslendi. Dahası sistem partilerinin büyük bölümü, seçim stratejilerini bunun üzerine kurdular. Kutuplaştırma siyaseti de bu stratejiler ile doğrudan ilişkiliydi ve halen de öyledir.

Sosyolojik olarak toplumsal eğilimleri anlayabilmenin bir yolu kamuoyu araştırmaları ise (ki konuya dair Boğaziçi, Sabancı ve Kadir Has Üniversitelerinde çok değerli araştırmalar yapıldı) diğer bir yolu gündelik hayatın gözlemlenmesidir. Bu bağlamda Ramazan ayları, muhafazakâr eğilimlerin seviyesini ve niteliğini gözlemlemek için son derece uygun bir sosyolojik ortam oluşturur ve 1980’li yıllardan sonraki süreçte bu alana bakmak ilginçtir. 1980-90’lı yılların Ramazan aylarını yaşayanlar hatırlayacaklardır, kentlerin çok büyük bölümünde açık lokanta bulmak neredeyse imkânsızdı. Sadece lokantalar değil, yiyecek ve içecek üzerine kurulu tüm işyerleri kapalıydı. Sokaklarda bir şeyler yemek, düşünülemezdi. Müslüman olmayan turistler için bile müşkülatlı zamanlardı. Bir şeyler yemiş içmiş insanlara yönelik müdahaleler basının mutlaka konusu olurdu. Oruç tutmayanlar da tutar gibi görünürlerdi.

2000’li yıllarda bu manzara adım adım ve sessizce değişti. En azından son on yıldır Ramazan aylarında en muhafazakâr şehirlerde bile lokantaların büyük bölümü açıktır. Bu değişimin nasıl, hangi zaman ve biçimde ve hangi kararla olduğunu kimse hatırlamıyor. Çünkü bu değişim politik kararlarla ilgili değildi; sürecin kendi evrimi içinde gerçekleşti. Bununla birlikte 90’lı yıllardan farklı olarak kısıtlayıcı koşullar kamu kurumlarında kendini göstermeye devam etti. Çünkü muhafazakârlaştırıcı politika orayı doğrudan etkileyebiliyordu.

Sosyoloji bize, toplumsal eğilimlerin pek çok değişkene bağlı olduğunu; bunlardan herhangi biri tarafından belirlenmekten çok ilişkisellik içinde inşa olduğunu söyler. Bu nedenle sosyal eğilimler, iktidarların politik kararlarıyla oluşmadığı gibi, politik kararlarla da yok edilemez. Politik kararlar sosyal eğilimlere kısıtlama ya da teşvik getirebilir ama her iki durumda da etkisi sınırlıdır. Toplumsal eğilimler bütün kısıtlayıcı koşullara rağmen kendi mecrasını bulur ve oradan akmaya devam eder. Bu yüzden sadece bugünkü iktidar değil, hiçbir iktidar kendi ‘mutlak kültürel iktidarını’ kuramaz; kurduğunu zannettiği şey ge vşek ve geçici bir görüntüdür.

Geride kalan tarihsel tecrübelerin gösterdiği gibi geçmişteki modernleştirici politikalar ile 80’li yıllardan beri devam edegelen muhafazakârlaştırıcı politikaların yolları metodolojide kesişiyor: Modernleşme yerine modernleştirme ve muhafazakârlaşma yerine muhafazakârlaştırma. Bir tespit daha yaparak tamamlayalım: Bugün hemen tüm araştırmaların söylediği ‘Türkiye daha da muhafazakârlaşıyor’ tezi doğrudur elbette. Ama bu artık 1990’lı yıllarda tanıklık ettiğimiz muhafazakârlık değildir. Geleneksel muhafazakârlık ritüellerinin modernize olduğu yeni tür bir muhafazakârlıktır. Birçok yönden modernist pratiklere öykünen bir tür modern muhafazakârlık demek belki daha uygun olur.