Aile Planlaması kavramına beslenen antipati ile özellikle birinci basamakta (Aile Hekimlikleri) etkin uygulamaların kaldırılması buna karşılık pronatalizmi (doğumun teşvik edilmesini) besleyen “üç de yetmez beş tane” jargonunun temsil ettiği üreme politikaları dizayn edilmesi sonucu kadın cinselliği üremeye indirgenmiş, doğurganlık teşvik edilirken kadın sağlığını bütüncül olarak ele alan yaklaşımdan uzaklaşılmıştır.

Muhafazakârlaşma/dinselleşme kıskacında kadın sağlığı

GÜLGÜN KIRAN, Dr.

İnsanlara mutlu olmanın kaynaklarının neler olduğunu sorarsanız, “sağlıklı olmanın” ilk sıralarda yer aldığını görürsünüz. Peki, nedir sağlıklı olmak? Dünya sağlık örgütünün son tanımlamasına göre yalnız hastalık veya sakatlığın yokluğu olmayıp bedenen, ruhen, sosyal ve politik bakımdan tam bir iyilik hali “olması…

Bu nitelemeye göre nüfusun büyük çoğunluğunun “sağlıksız “olarak tanımlanacağı ülkemiz coğrafyasında sağlıksızlık göstergeleri son 17 yılda giderek artarken paradoksal olarak sağlık hizmetlerinden memnuniyetinin azaldığı sürece girilmiştir. Sağlık alanında dönüşen devlet anlayışının izdüşümü olan ve 2003’te uygulanmaya başlayan Sağlıkta Dönüşüm Programı sağlık alanındaki bu tablonun yapı taşı olup sağlık hizmetlerini piyasalaştıran, liberalleştiren, kamusal niteliğinden uzaklaştıran, sağlık ocağı sisteminden Aile Hekimliği sistemine geçiş sonucu birinci basamak hizmetlerinin bütüncül niteliklerini ortadan kaldıran özellikleri ile hastaları tüketiciye, daha da açık deyimle müşteriye dönüştüren bir sürecin adı olmuştur. Bu süreçte sağlıkta egemen kılınan kapitalist uygulamalar sağlıkçılar ile vatandaşlar arasındaki ilişkileri de zedelemiş, karşı karşıya getirmiştir. Bu olumsuz koşulların doğurup beslediği sağlık emekçilerine yönelik şiddet, artan iş yüküne bağlı tükenmişlik, intiharlar, alınmayan tedbirlere bağlı meslek hastalıkları ise sağlıkçıları sürecin kaybedenleri olarak köşelerine savurmuştur.

AKP’nin sağlık alanındaki politikalarını iki sıfatla anlatmak gerekirse; Neoliberal ve muhafazakâr tanımlamaları en yakışanlar olacaktır. İslami referanslı iktidarın sağlık sistemini neoliberalleştiren uygulamaları bahsettiğimiz deformasyon ile sonuçlanırken muhafazakârlaşma politikaları sonucunda ise toplumun modern tıp algısı yok sayılarak sağlık, iktidar odaklarının tekelinde din sömürüsü yapılan değere dönüştürülmüş ve “Geleneksel Tıp” adı altında soslanıp topluma sunularak yeni bir rant kapısı oluşturulmuştur.

Neoliberalizmin muhafazakârlaştırdığı düzende sağlık en çok etkilenen alanlardan olurken özellikle kadın bedeni üzerindeki baskıyı ve eril denetimi artırarak kadının kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkını engelleyen kürtaj yasağı/kısıtlaması, Aile Planlaması kavramına beslenen antipati ile özellikle birinci basamakta (Aile Hekimlikleri) etkin uygulamaların kaldırılması buna karşılık pronatalizmi (doğumun teşvik edilmesini) besleyen “üç de yetmez beş tane” jargonunun temsil ettiği üreme politikaları dizayn edilmesi sonucu kadın cinselliği üremeye indirgenmiş, doğurganlık teşvik edilirken kadın sağlığını bütüncül olarak ele alan yaklaşımdan uzaklaşılmıştır. Birinci basamakta aile planlaması ve ana çocuk sağlığı hizmeti veren birimlerin pasifize edilerek kadınların aile planlaması hizmetlerine ücretsiz erişiminin engellenmesi istenmeyen gebelikleri, sağlıksız koşullarda yapılan düşükleri ve anne-bebek ölümlerini tetikleyen süreci başlatmıştır.

Bilimsel dayanaktan yoksun politikalarla kadının cinsel sağlığı ve sorunları görünmez hale getirilmiştir. Türkiye’de zaten yaşamı şekillendirmekte olan ataerkil normlar yanı sıra uygulanan muhafazakâr ve hatta dinselleştirilmiş sağlık politikaları kadınların bedensel sağlığı ile birlikte ruhsal sağlığını da bozmuş, kadınları sosyal ortamların dışına iten, eve hapseden siyasal politikaları beslemiştir. Aynı bakışla, farklı cinsel kimliklerin yok sayılması toplumda nefreti körükleyen, nefret cinayetlerine kadar götüren ötekileştirmeye kapı aralayarak bir grubun sağlık hizmeti alanından yararlan(a)mamasına neden olmuştur.

Sağlığın önemli belirleyicilerinden biri olan toplumsal cinsiyet ayrımcılığı muhafazakârlaşmanın doğal sonucu olarak sağlık ve bağlantılı hizmetlere erişebilmede, hastalıkların önlenmesi ve tedavisi için sunulan sağlık hizmetlerini ve temel sağlık kaynaklarını kullanabilmede eşitsizliklere yol açarken kadına yönelik şiddetin de başı çeken unsuru olmuştur. Modern insan hakları açısından bakıldığında sağlık konusunda kadının bırakıldığı cinsiyetçi dezavantajlar aslında hak ihlali olarak düşünülmesi gereken çağ dışı uygulamalardır.

Kadınların yaşamın her alanında eşit haklara sahip olma mücadelesinin, bu yolda verilen mücadelelerin ve toplumsal cinsiyet eşitliği ilkelerine ilişkin kazanımların adı olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde ne yazık ki ülkemizde toplumsal cinsiyet uçurumunun derinleştiğini gözlemliyoruz ki bunun en çarpıcı göstergesi dünya toplumsal cinsiyet eşitsizliği raporunda Türkiye’nin 2020 yılında 153 ülke sıralamasında 130. sırada yer almasıdır. Oysaki “Nerede yaşıyor olursanız olun, toplumsal cinsiyet eşitliği temel bir insan hakkıdır.”

Eşitlik ve cinsiyet kavramlarından imtina ederek “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramını manevi değerlere aykırı olarak niteleyen, yerine “Toplumsal Cinsiyet Adaleti” kavramını benimsetmeye çalışan Diyanet İşleri Başkanlığı siyasal retoriğin ”milli ve yerli” kalıplarına “dini” olanı da katarak evrensel olandan uzaklaşmada pay sahibi olmuştur. Sağlık Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ‘Hastanelerde manevi destek sunmaya yönelik işbirliği protokolü’ imzalayarak hastalara modern tıbbi uygulamalarla ruhsal destek ve danışmanlık verilmesi yerine din psikoloğu veya manevi destek uzmanları tarafından dinsel telkin verilmesi gibi bilimsellikten uzak proje yaşama geçirilmiştir. Oysaki psikoloji bir bilim dalıdır ve bu alanda eğitimi olmayan kişilere din psikoloğu adı altında benzer bir unvan verilmesinin doğuracağı sakıncalar tahmin edilemez değildir.

“Milli, yerli ve dini” retoriğin toplum yaşamına giydirilmeye çalışıldığı dönemde halk sağlığı farklı bir alanda daha yara alarak çocukluk çağında rutin uygulanan aşıları reddeden, ortamda esen havadan güç alan dindar kesim ve bunun yanı sıra tedbirli olmayı paranoyaya dönüştüren ve aşıların güvenilirliği konusunda sekter bir yaklaşım taşıyan post modern kesimle mücadeleye başlamak zorunda kaldı. Anayasa Mahkemesi’nin ana-baba rızası olmadan çocuğa zorunlu aşı yaptırılmasının Anayasa’ya aykırı olduğu yönündeki kararı da aşı reddinin bir halk sağlığı sorunu oluşturmaya başladığı süreçlerde çocukların sağlığının değil ebeveynlerin ‘rıza’ olarak adlandırılan davranış biçimlerinin Yüksek Mahkeme tarafından onaylanması olarak kabul gördü ve çocuklarını aşılatmayan ebeveynler tarafından yalnızca kendi çocuklarının değil bütün çocukların sağlığını tehlikeye attıklarının bilincinde olmaksızın adeta bir zafer sayıldı. Oysaki çocuklar arasında bulaşıcı hastalıkları ve ölümleri azaltmada en etki araçlar olan aşılar ülkemizde de difteri, boğmaca, tetanos, kızamık, çocuk felci, verem gibi hastalıklara yakalanma ve ölümleri ciddi oranlarda azaltmıştı. Ancak son zamanlarda hızı giderek artan aşı karşıtı kampanyalar ve çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısındaki artış ile birlikte özellikle kızamık vakalarında yaşanan yükseklikler sağlıkçılar tarafından kaygı ile izlenmektedir. Riski görerek çocukluk çağı aşılamalarını zorunlu hale getiren ülke sayısında artış olmasına karşılık Türkiye’de bu konuda hukuki boşluk bulunmakta, Türk Tabipleri Birliği ve tabip odalarının bu konudaki uyarı ve önerileri ise sağlık politika yapıcıları tarafından dikkate alınmamaktadır.

muhafazakarlasma-dinsellesme-kiskacinda-kadin-sagligi-698107-1.
Eşitlik ve cinsiyet kavramlarından imtina ederek “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramını manevi değerlere aykırı olarak niteleyen, yerine “Toplumsal Cinsiyet Adaleti” kavramını benimsetmeye çalışan Diyanet işleri başkanlığı siyasal retoriğin "milli ve yerli" kalıplarına “dini” olanı da katarak evrensel olandan uzaklaşmada pay sahibi olmuştur.


Sağlıktaki muhafazakârlaşmanın en belirgin ve legalleştirilmiş uygulama alanı olan Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıbba ilişkin birçok uzmanlık derneğinin bu yöntemlerin etkisiz olduğuna dair açıklamaları yanı sıra, bazı yöntemlerin riskli ve ciddi yan etkileri olması ve hekim tarafından uygulanacak olmasının da onlara bilimsellik kazandırmayacağı gerçeğine karşın bunların bir kısmının SGK’nin ödeme kapsamına alınması, sağlık turizmine ve şehir hastanelerine entegre edilmesi, bakan eşleri etkinliği olarak düzenlenen kongrelerle toplumda ve meslek alanında kabul görür hale getirilmesi alanı yeni bir kazanç kapısı haline dönüştürmüş durumdadır. Akupunktur, Fitoterapi, Hipnoz, Sülük uygulaması, Homeopati, Kayropraktik, Kupa uygulaması, Larva uygulaması, Mezoterapi, Proloterapi, Osteopati, Ozon uygulaması, Refleksoloji ve Müzikterapi yöntemleri “geleneksel ve tamamlayıcı” uygulamaları kapsamında yasallaştırılırken gerçeklik bilgisi için aklın değil, inancın referans alınması, modern tıbba duyulan güvenin azalması, sağlığı bireysel seçimlere bağlı bir hal olarak okuyup yeni bir pazar aracına dönüştüren “sağlıklı yaşam” dayatması; tümü de “doğal kaynaklı”(dolayısıyla yan etkisiz!) olarak iddia edilen bu ürünlere/uygulamalara yönelişte etkili gibi duruyor. Medyadaki ve alandaki şarlatan ordusuna göz yumuluşu ve toplumun bu konuda sömürüye açık oluşu göz önüne alındığında kaygı verici olan bu uygulamalara ne yazık ki hekim meslek örgütleri ve birkaç sağlık örgütü dışında karşı çıkan da yoktur!

Bilimsel aklın egemenliğinde olanlar bilmelidirler ki ; “TIBBIN ALTERNATİFİ OLMAZ”

Teolojik kodlamalarla yaşam alanlarımız kadar sağlığımızı da kıskaca alan, bilimsel olanla olmayanın çatışma ortamına dönüşen yeni düzende helal-haram zıtlaşması sarmalındaki halkımız zaman içinde aşina hale getirildiği helal gıda kavramından sonra helal süt, helal ilaç ve helal kemik iliği kavramlarıyla da tanışacaktı. Neyse ki, aklın sınırlarını zorlayan bu kavramsallık kökenli “dini inancı olmayan kadınların sütünün de inançsız olacağından hareketle helal süt bankası kurma önerisi” şimdilik rafa kalkmış durumda. Bir başka akıl almaz, bilime sığmaz “helal proje” daha literatürümüze girer mi? Kaygılıyız!...

İktidarın sağlık politikaları sağlığa zararlı

Muhafazakârlık ve neoliberal sağlık politikaları birlikteliğiyle, kadın sağlığını bütüncül ele alan yaklaşımdan çok annelik ile ilişkili sağlık hizmetlerinin öne çıkarıldığı, bilimsel dayanaktan yoksun bir biçimde doğurganlığı teşvik eden, aile planlaması hizmetinin ihmal edildiği, kürtaj hizmetinin fiilen verilemez hale geldiği, kadın cinselliğinin üremeye indirgendiği, kadınların cinsel sorunlarının görülmez hale getirildiği bir düzende Kadın Sağlığı değil, Kadın Sağlıksızlığı ve iyi edici politikalar konuşulmalıdır.

Türkiye’de yaşamı şekillendiren, kadınların bedensel sağlığının yanı sıra ruhsal sağlığını da bozan, farklı cinsel kimliklerin yok sayılmasına yol açan ataerkil normlar ve bunların hüküm sürdüğü sistem kaldırılmalıdır öncelikle.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hayatın her alanında yaygın olması sonucu ortaya çıkan ayrımcılığa ve kadınların yaşadığı değersizleştirilmeye, toplumsal ve teolojik kökenli baskılara bağlı olarak sağlık sorunlarıyla erkeklere göre daha fazla maruz kalmalarına karşı toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadele edilmelidir beraberinde…

Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda her bireyi bilinçlendirmek, farkındalıkları artırmak toplumsal görev olmalıdır hepimiz için...
Kadınların sağlık hakkı için, dolayısıyla da sağlıklı ve mutlu bir toplum için “TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE EVET; ATAERKİL SİSTEME HAYIR!”diyoruz.