Netflix uluslararası orijinal dizilere para yatırıp küresel pazarı sıkıca elinde tutmaya devam ediyor. Bu ay da The Protector – Muhafız isimli 10 bölümlük bir Türk dizisini gösterime soktu. Süper kahramanlar dünyasından izler taşıyan bu dizide sıradan bir genç önce süper güçleri olduğunu keşfediyor ardından da şehri koruması gerektiğini. Ama büyük bir farkla bu sefer şehir […]

Muhafız: Otantik süper kahraman

Netflix uluslararası orijinal dizilere para yatırıp küresel pazarı sıkıca elinde tutmaya devam ediyor. Bu ay da The Protector – Muhafız isimli 10 bölümlük bir Türk dizisini gösterime soktu. Süper kahramanlar dünyasından izler taşıyan bu dizide sıradan bir genç önce süper güçleri olduğunu keşfediyor ardından da şehri koruması gerektiğini. Ama büyük bir farkla bu sefer şehir New York değil İstanbul. Konu son derece Amerikancı olsa da İstanbul şehrinin dominant varlığı bu Amerikancı hissi oldukça törpülemiş.

hakan’ın büyük hayalleri var

Muhafız konu itibarıyla rag-to-hero dedikleri yani yoksulluktan kahramanlığa geçiş öyküsü ile ilerliyor bu ilk sezonunda. Ana kahraman Hakan’ı (Çağatay Ulusoy) bu bölümde mütevazi hayatını kabul etmiş olsa da yüksek hayalleri olan bir delikanlı olarak görüyoruz. Zirve şirketlerden birine hiç sağlam bir CV’si olmamasına rağmen iş görüşmesine katılabilecek kadar özgüvenli ve kararlı olan bu gencin ulaşmak istediği hayallere çok çalışarak ulaşamayacağı ise net bir şekilde gösteriliyor. Tüm bu karaktere giriş sahneleriyle belli bir tipteki kahraman modeline oturtulmuş olan Hakan’ın; geçmişinde trajediler yaşamış olan ve alt sınıftan sıradan bir gencin karanlık güçler tarafından kuşatılan şehri koruyacak kişiye dönüştüğünü görerek ilk bölümü kapatıyoruz.

DİZİNİN KOMEDİ TOZU…

Başlangıçta kaderini kavramakta zorlanması ve kahraman olduğu gerçeğini benimsememesi ile debelenen Hakan’ın kahraman mitolojisine adapte olma süreci dizinin komedi unsurları için oldukça kullanılmış. Ancak karakterin bir yandan da geçmişini yani gerçekleri aramayı sürdürmesi ile içeri giren dizinin karanlık, ciddi yapısı ile bu komedi arasında gidip gelen sahneler iyi kurulamayan denge yaratmış, bu da bölümlerin tür dozu ayarlamasına ayak bağı olmuş diyebilirim. Deadpool karakterinin kahramanlığı küçümseyen ve dalga geçen yapısı bu süper kahraman filmleri için bir model kapısıdır, bir diğer kapı ise örneğin diğer Marvel filmlerinde görüldüğü gibi, zeki, oturaklı ve hicivli repliklerle taşı gediğine oturtan cinsten olan komedidir. Bu dizide ne yazık ki bu iki kapı tekmelenerek geçilmeye çalışılmış. Mesela Hakan’ın halı teslimatı yaptığı kadın ile iki saniye içinde sevişmeye geçmesiyle bir playboy yaratılması tam bir parodi gibi durmuş. Dizinin komedi dozu, karanlık dozu, gençlik dizisi mi ciddi bir dizi mi olduğundan emin olamamış hali bütünü çok zedelemiş.

Diziyi aşağıya çeken en ciddi sebeplerin başında yan karakterler yer alıyor. Çoğu iki boyutlu olarak sunulan bu karakterlerin replikleri kötü, oyunculukları ise ciddi anlamda amatör seviyede duruyor. Zeynep (Hazar Ergüçlü) karakterinin hiçbir albenisi yok, ağzından çıkan cümleler tekrar çekim gerektirecek kadar iğreti geliyor kulağa. Ama Zeynep hadi bir derece başka oyuncu bulamadınız da Leyla karakterini (Ayça Ayşin Turan) oyunculuk eğitiminin henüz başında gibi bir performans sergileyen birisine verdiniz? Dizinin en başarılı performanslarının Okan Yalabık ve zaman zaman abartıya kaçsa da Mehmet Kurtuluş’a ait olduğunu söyleyebilirim.

Bölümleri farklı senaristlerin yazmış olması hikayenin bütünselliğini zedelemiş. Değişen yönetmenler ise diziyi hangi türe ait olarak hangi teknikte çekeceklerine karar verememiş. Bölümler arası farklı yönetmen ellerini geçtim, aynı yönetmenin çektiği bölümler arasında da, mesela Can Evrenol’un bölümleri, savrukluk ve tutarsızlık gözüküyor. Kısacası senaristlerin ve yönetmenlerin ortak bir dil oluşturamamış olması diziyi olumsuz etkilemiş. Halbuki Netflix dizilerinde farklı yönetmen kullanma sistemi çok yaygın ama seyirci bu el değişikliğini fark etmez bile.

Dizi bol görsel efektli ve fantastik bir dizi değil. Tüm bunlar sadece birer fon olarak durmakta. İyi ki de değil çünkü bunun altından kalkabilecek seviyede olduğumuzu düşünmüyorum. Dizinin dövüş sanatı ile ilgili sahneleri ise ne yazık ki hiç olmamış. Kesinlikle daha çok çalışılmalıymış ve kurgu masasına bırakılmamalıymış. Koskoca ana kahramana yani Hakan’a dövüş eğitimi verecek kişinin Zeynep olması cidden gülünçtü. Zeynep’e baktığında hiç kimse bu konuda uzman olduğunu düşünmez, bu rolü oynayan oyuncunun hareketsiz durduğunda bile seyirciyi ‘vurdu mu indirir’ inandırıcılığını verebilmesi önemli. Oyuncu bu inandırıcılıktan çok uzaktı… Dizinin kendini kaybettiği Da Vinci’nin şifresi ataklarının diyalogları çok vasattı. ‘Sinan sadece bir şifre!.. Aradığımız kişi Mimar Sinan!’ gibi büyük keşif cümlesi, gözlerinden zekaya dair hiçbir kıvılcım dahi göremediğimiz birisi tarafından söyleyince (elbette oyuncu kıvılcımı demek istiyorum) komedi repliği gibi durmuş.

KÖTÜ BİR BAŞLANGIÇ DEĞİL

Dizinin kendisini fazla ciddiye almayan kahramanının olmasını, geçmişi göstererek hikaye kurmasını sevdim. Tökezlediği yerlerde diziyi kurtarmak için otantik ögeler ve yer yer oryantalist kontekst imdada yetişmiş. Yurtdışında özellikle dünyanın her yerinden gençlerin izleyeceği bir dizide İstanbul’un ve modern insan yüzlerinin başarıyla verildiğini düşünüyorum. Bu kötü bir başlangıç değil ama ikinci Netflix işinde ışık hızıyla ilerlemiş olmamız gerek. Netflix, 2018 yılında orijinal projelere 8 milyar dolar gibi bir bütçe ayırdı, bu bütçenin dışında kalmamak önemli. Son not olarak da bu dizide görüp rahatsız olduğum bir sahne üzerine şunu söylemek istiyorum; dizi ve filmlerin Büyükada çekimlerinde faytonlu sahneler kullanmaktan vazgeçin artık. Toplumun büyük bir kesimi faytona karşı savaş verirken sizin hala fayton güzellemesi yapıyor olmanız utanç verici.