Meclis gruplarında karşı tarafa laf yetiştirmeye indirgenen bir muhalefet anlayışının varacağı bir yer yoktur. Medyanın durumunun ve seçim yasasının ortaya koyduğu gerçeğe karşı, gücünü halkın taleplerinin taşıyıcısı olmaktan alacak bir mücadele hattını geliştirmek, muhalefetin atması gereken ilk adımdır

Muhalefet için ilk adım ne olmalı?

Dünyanın ve Türkiye’nin gündemi baş döndürücü bir hızla değişiyor. Soğuk Savaş sonrasının belki de en kaotik süreçlerinden geçiyoruz. Soğuk Savaş’ın en çok kullanılan kavramlarından biri olan “dehşet dengesi” yeniden başka biçimler altında kuruluyor. Kuzey Kore’yle Amerika arasında artan gerilim bir “çılgınlık” eşiğinden zar zor döndü. Rusya’nın nükleer gücünü hatırlatan açıklamaları ile birlikte ortaya çıkan “casus krizi” Batı’yla Rusya arasındaki ilişkileri yeniden gerilimli noktalara getirdi.


Dünyanın emperyalist güç odaklarının “oyun sahası” haline dönüşen Suriye’de ise yeni bir döneme giriliyor. Suriye iç savaşı bütün öngörülenin aksine Esad’ın yıkılmasıyla sonlanmadı, IŞİD büyük oranda yenildi, cihatçı güçler küçük çetelere bölünmüş vaziyette; hepsi ülke üzerinde planlara sahip büyük güçlere yedeklendiler. Kürtlerin ise savaşın ilk dönemlerdeki artan alan hakimiyetleri önce Irak’ta bağımsızlık referandumu sonrasında ardından Suriye’de Afrin ve Sincar’daki gelişmelerle birlikte sınırlanmış durumda.

Savaşın ilk dönemlerinde yaygın değişle “vekalet savaşları” olarak adlandırılan dolaylı emperyalist müdehaleler yerini doğrudan ABD ya da Rusya üslerine, asker bulundurmalara bıraktı. Şimdi taşlar yeniden diziliyor. Trump’ın dünya politikasında etki yapacağı açık olan atamalar yapması, Amerika açısından yeni bir şahinleşme dönemine girileceğinin, yeni düşman tanımlarının devreye sokulacağının ilk işaretleri olarak görülebilir. ABD’nin yüzünü İran’a döneceği; Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail ekseninde bölgenin şekillendirilmek isteneceği bir politikaya yöneleceği görülüyor. Mısır’la İsrail arasındaki yakınlaşma bu yeni bloğun hangi zeminde kurulacağını ortaya koyuyor.

Suudi Prensi Muhammed Bin Selman adeta bir “pop ikonu” gibi Batı’ya pazarlanırken; Suudi Arabistan “ılımlı İslam”ın yeni merkezi haline geliyor. Bu noktada Muhammed Bin Selman’ın “Batılı ittifaklarımızın talebi üzerine Müslüman dünyasında Kuran okulları ve camilerin kurulması ile Vahabiliğin yayılmasına yatırım yaptık. İttifaklarımız bu işi tamamlamamız için kaynaklarımızı kullanmamızı istediler” açıklaması son derece önemlidir. Muhammed Bin Selman bu operasyonun amacının, Sovyetler Birliği’nin Müslüman dünyasındaki etkisini engellemek; komünizmin ilerleyişinin önünde baraj oluşturmak olduğunu itiraf etmektedir. Devamında bu noktada ipin ucunun kaçtığını vurgulayarak ve “Her şeyi toparlamak gerekiyor” diyerek Suudi Arabistan’ın “ılımlı İslam” yolunda ilerleyip ‘aşırılıkların törpüleneceği bir yönde davranacağını’ söylemektedir.

Aslında bu itiraf siyasal İslamcılığın “antiemperyalizm” olduğu yönündeki iddiasının büyük bir yalan olduğunu inkâr edilmeyecek bir biçimde ortaya koymaktadır. Tarihte ve şimdi olan şey siyasal islamcılığın emperyalist politikaların taşıyıcısı olduğu, ilerici ve devrimci gelişmeleri bastırmak için dinsel kurumların emperyalistler eliyle planlandığı ve yaygınlaştığı gerçeğidir.

Muhammed Bin Selman’ın itiraflarının en yoğun olarak yaşandığı ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Devlet eliyle yaygınlaştırlan imam hatip okulları, bunun yanında Kuran kurslarına, vakıflara, tarikatlara verilen destekler emperyalist politikaların bir gereği olarak kurgulanmış; Komünizmle Mücadele Dernekleri, Kanlı Pazarlar eliyle sürdürülmüştür. Sağ iktidarlar oy kaygısıyla ve komünizmi önlemek için siyasal islamın gelişmesine katkı yapmışlar ve bugüne gelinmesine yol açmışlardır. Fettullah Gülen hareketinin de; Büyük Orta Doğu projesinin eşbaşkanı olarak ortaya çıkartılan AKP’nin de ABD politikalarından ayrı düşünülemeyeceği ortadadır.

Suriye savaşı ve yeni oyunlar
Bu itiraf parantezini kapatıp Orta Doğu’daki gelişmelere dönecek olursak Suriye savaşı her gün yeni ittifakların kurulduğu yeni yeni hamlelerin yapıldığı bir oyun alanına dönüşmüş durumdadır. Türkiye Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonlarıyla masaya bir oyuncu olarak oturmuş kendi sınırları etrafında bir güvenlik çemberi oluşturmak için askeri harekata başvurmuş durumdadır. Bu politikanın emperyalist güç dengelerinin çizdiği sınırlar içinde sürdürülüyor olması çok büyük bir risk oluşturmaktadır. Üstelik bölgede cihadcı güçlerin kalıntılarından oluşturulan örgütlerle ortak yürütülmesi bir diğer negatif faktördür.
muhalefet-icin-ilk-adim-ne-olmali-445821-1.
Suriye’nin temel sorunu çok ağır insani sonuçları olan savaşın sona ermesine karşın yabancı güçlerin ülkede süren varlığıdır. Suriye’nin kaderine Kürt, Arap, Sünni, Şii hangi etnik ve dinsel kimlikten olursa olsun Suriye halkının karar vermesi ve halkların ortaklaşa geliştirecekleri “bir arada yaşama” zemininin güçlendirmeleri gerekmektedir. Emperyalist politikaların çizdiği sınırlarda yürütülen politikaların Suriye halkına özgürlük getirmeyeceği her gün çok daha net bir biçimde açığa çıkmaktadır.

Dünyadaki bu karmaşık gelişmeler Türkiye’deki siyasal gelişmeleri de yakından ilgilendiriyor. Son günlerde yaşananlara baktığımızda Varna’da AB ile yapılan zirve, Afrin’e PYD’nin kenti boşaltması üzerine çatışmasız girilmesi, Sincar’da Irak ordusunun konumlanması iç politikayla dış politika arasındaki yakın ilişki olarak görülebilir. AKP’nin “metal yorgunluğu”nu Afrin harekatı yoluyla üzerinden attığının söylenmesi, Boğaziçi Üniversitesi’nde yine Afrin üzerinden çıkan “lokum krizi” Suriye sorunun ülke siyasetindeki izdüşümleri olarak ortaya çıkıyor.

Gerçekten de son derece önemli bir sürece girilmiş durumda; ülkedeki AKP-MHP ittifakı seçimleri daha yapılmadan kazanacakları bir seçim yasasını TBMM’den geçirdiler. Eşitliğe, temsilde adalete son veren, seçim güvenliğini ayaklar altına alan seçim yasası muhalif kesimlerde “hile yapılacak”, “seçimi kaybetseler bile gitmeyecekler” türünden düşüncelerin derinleşmesine yol açmış durumda.

Ekonominin kötü sinyaller vermesi, döviz kurlarında yükseliş, inşaat sektöründeki durgunluk kontrol altına alınamıyor. Seçim sürecinde genişlemeci bir politika izlenme zorunluluğu ekonomik bir krizin taşlarının döşenmesine Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in değişiyle “fırtınanın yaklaşmasına” yol açıyor.

AKP-MHP ve BBP gibi partilerle kurduğu ittifaklara, Afrin harekatı sırasında yükseltilmeye çalışılan milliyetçi dalgaya karşın etrafında yeterli bir güç oluşturmayı başaramıyor. İstiklal Marşı, dil devrimi, İslamın güncellenmesi türünden suni gündemler ise saman alevi gibi parlayıp sönüyor.

OHAL’in FETÖ tehlikesi bitti denmesine rağmen sürdürülmesi, her türlü sokak gösterisinin bastırılması, seçim yasasındaki değişiklikler ve son olarak Doğan Medyanın “amiral gemisi” Hürriyet gazetesi dahil Demirören grubuna satılması nasıl bir seçim süreci yaşayacağımızı ortaya koyuyor.

Muhalefet ne yapacak?
İktidarın planı bu peki ya muhalefet ne yapacak? Muhalefet şimdi sadece Saadet Partisi’nin “cumhur ittifakına” katılmamasından hoşnut. Oysa her türlü yolla iktidarını korumaya çalışan iktidar bloğuna muhalefetin geliştirileceği çok uygun zeminler oluşmuş durumda. Siyasetteki baskıcı uygulamalara karşı gelİşen özgürlük talepleri, ekonomik eşitsizliklerin, hayat pahallılığının yoksulluğun giderek derinleşmesi, yolsuzluk ve rüşvetin yaygınlığı, tarikatlar, vakıflar gibi yerlerde yaşanan rezillikler, kadın hak ve özgürlüklerinin ayaklar altına alınması, Kürtlerin, alevilerin sorunları vb…

Her şeyin yeniden kurulacağı yeni bir düzen umudu... Muhalefetin üzerinde güç kazanması gereken buyken Meclis gruplarında karşı tarafa laf yetiştirmeye indirgenen bir muhalefet anlayışının varacağı bir yer yoktur.

Medyanın durumunun ve seçim yasasının ortaya koyduğu gerçeğe karşı, gücünü halkın taleplerinin taşıyıcısı olmaktan alacak bir mücadele hattını geliştirmek, muhalefetin ilk atması gereken adımdır. Seçim güvenliği sorunu artık sadece sandık güvenliği sorunu değildir. OHAL koşullarında, bütün haber kanallarının iktidar kontrolünde olduğu, seçim denetiminin kamu görevlileri eliyle yapıldığı bir seçim ortamına karşı çıkılmalıdır.

Bunun için kendi haber kanallarını yaratmak için çalışıldığı, alternatif muhalif medyanın dayanışma içinde olduğu, sandık güvenliğini sağlamak için bugünden örgütlenecek adımların atıldığı bir süreç gerekiyor. Bu kuşkusuz OHAL koşullarına karşı mücadele edecek muhalif zeminleri ülkenin her yerine yayacak birleşik bir muhalefet hareketinin yaratılmasına bağlı.

İçinden geçtiğimiz günler özgür ve demokratik bir geleceğin yaratılması için bizi büyük bir sorumluluğa davet ediyor. Ya tarihin bu çağrısına kulak verip ona göre davranacağız ya da bu karanlığın sürmesine karşı gerekli adımları atmayı beceremeyen bir aymazlık içinde olacağız.