7 Haziran akşamı rahat bir nefes aldık; karabasan bitmişti. Gerçi, uyanışın tadını bir gün bile çıkaramadan hesaplara, yorumlara giriştik. Milli irade koalisyon demişti; ne dediğini de çözmek lazım!

Günlerdir, bu çözüm işinde ince hesaplarla “vay be!” dedirtenleri dinliyoruz. Selahattin Duman, “ahali adına mesaj” üreten televizyon programcılarıyla konuklarını “sosyal falcı” yerine koyup dalgasını geçiyor; hak vermemek mümkün değil. Aynı yüzlerle yapılan, benzer şeyleri yinelemekle geçen programların doldurulması, tartışmaların alevlendirilmesi kolay değil; sosyal, siyasal falcılık yapmak da bir yol! Millet şunu demek istedi, bu mesajı verdi türü iştah açıcı analizleri dinledikçe, “bu seçimde millet ne demek istedi” diye çoktan seçmeli bir araştırma da yapılabilir diye düşünüyorum. “İyi satar!”

Oysa kestirmeden söylersek, seçim sonuçlarının, Türkiye’nin en azından % 60’ı için, kendi hikmetinden başka bir şey tanımayan tek adam yönetimine son verilmesi anlamına geldiği ve bunun istendiğine kuşku yok. geriye kalan yüzde 40 içinde de, oranını bilemem ama bu yolda düşünenler olduğu varsayılabilir. Davutoğlu’nun, “millet başkanlık sistemine yetki vermedi“ gibi bir sonuç çıkarması da bunu anlatıyor. Ancak bu seçim sonucunun, halkın parlamenter sisteme sahip çıkması ve “başkancı” sistemi istememesi gibi, AKP ve Erdoğan’ın temsil ettiği daha birçok şeye “hayır” deme anlamına geldiğini de düşünmek gerekiyor.

Uzun süredir, hukuk devleti, erkler ayrılığı, parlamenter düzen, laiklik, basın özgürlüğü, hesap verme zorunluluğu, Sayıştay’ın mali denetimi gibi demokrasiyi güvence altına almaya yönelik tüm denge mekanizmalarının devreden çıkarılmasının getirdiği kaygı ve korkuyu yaşıyorduk. Medya bu haberler ve kaygılarla dolu.

Bu nedenle, muhalefet partileri seçim propagandalarının bir yanına sosyoekonomik vaatleri koysalar da, öteki yanda Erdoğan ve tek adamlık eleştirisi ile bunlara karşı demokrasi, hukuk devleti, özgürlük vaatlerini koymuşlardı.

Bu nedenle, Cumhurbaşkanı kendi adına meydanlara çıkarken, muhalefet partileri de meydanlarda en çok Erdoğan’ın afra tafrası, öfkesi azarlaması, anayasaya meydan okuması, haşmetli sarayı, örtülü ödeneği, yolsuzlukları kollaması, paralelci avı diye yargıyı, emniyeti hallaç pamuğu gibi atmasını, MİT tır’larını konuştular.

Bu nedenle, seçim sonuçları, en başta “Erdoğan ve temsil ettikleri kaybetti” diye özetlendi!
Yani millet, en harbisinden, bu tehlikelerin ortadan kaldırıldığı bir Türkiye istiyordu. Şimdi koalisyon olasılıkları düşünülürken, muhalefet partilerinin tümü açısından ilk dikkate alınması gereken nokta da burada.

Çok önceleri bir yazımda, “AKP iktidara mahkûm” diye yazmıştım. Şimdi bunu Arınç söylemekte. Gerekçelerimiz farklı tabii; o, bu mahkûmiyeti gelecek “vizyonlarına” bağlıyor, bense, çizdikleri “kara tablonun” korkusu ile iktidara mahkûm olduklarını söylüyorum. O nedenle, AKP iktidar olmak için çaba harcayacaktır; olmazsa erken seçimi dayatacağı da ortada.

Buna karşı muhalefet partilerinin elinde tek bir koz var; alternatif bir hükümeti kurabilmek ve salim sulara çıkana kadar yürütebilmek! Kendileri ve söyledikleriyle tutarlı olmak adına böyle davranmak zorunda oldukları gibi, kendilerine oy veren halka karşı da bunu borçlular.
Biliyorum; CHP, MHP ve HDP’nin kuruluş ilkeleri, siyasal ve sosyal öncelikleri, seçim vaatleri konusundaki farklılıklarını düşünürsek, olasılıklardan söz etmek yerine olanaksızlıklardan konuşmak daha gerçekçi olur.

Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar ve onların meydanlarda haykırdıkları gerçeklere bakarsak, muhalefet partilerinin kendi önceliklerini bir süre için de olsa bir yana koyup, Türkiye’nin önceliklerini öne almaları gibi bir sorumlukla karşı karşıya olduklarını düşünmeleri gerekiyor.
Yani, “millet bize muhalefet görevi verdi” demek ve sorumluluktan kaçmak kolay; zor, fakat doğru olansa parti önceliklerini bir süre için bir yana koyup Türkiye’yi bu tehlikelerden uzaklaştıran bir sistemi işler hale getirebilmek. Aslında güvenilir, inanılır partiler olmak adına onları bir sınavın beklediğini de söyleyebiliriz.

AKP, daha şimdiden seçimlerde haykırdığı gibi, “onlar konuşur, AKP yapar” demeye hazır. Milletin en az yüzde 60’ı ise, şimdi muhalefet partilerinin konuşmak değil, “yapmalarını“ ve sözlerini yerine getirmelerini beklemekte!

Bu nedenle, MHP çözüm sürecinin bir parçası olmak zorunda! Seçimlerde yüzde 13 oy almış bir parti ve onun temsil ettiği değerlere mücadeleye arkasını dönmenin hiç bir anlamı yok.

HDP, hem Türkiye partisi olduğunu hem demokratik bir geleceği temsil ettiğini ortaya koymak sorumluluğuyla karşı karşıya. Bugünkü varlığı geçmişteki mücadeleye bağlı; İmralı’nın rolü büyük! Bunlar gerçek; ancak aldığı oylarda siyasal yaşamda bir alternatifi temsil etme potansiyelinin payını unutmaz.

CHP, kuşkusuz ana muhalefet partisi olmaktan çıkıp iktidara ortak bir parti olmak istiyor. Ancak, hem bunun için inandırıcılık ve güvenilirliğin çok önemli olduğunu bilmek hem uzlaştırıcı rolünü iyi oynamak durumunda. O da, bir sınavla kaşı karşıya.

Sonuç olarak, bu halkın en az yüzde 60’ının muhalefete bel bağladığı ortadaysa, muhalefet partilerinden onları hayal kırıklığına uğratmamalarını beklemek hakkımız.