KKM hesaplarının TL ve yabancı para cinsinden toplam mevduatların yüzde 20’sini aştığı düşünüldüğünde tahrip etkisi küçümsenmemelidir.

Muhalefet iktidar olursa

OĞUZ OYAN

Şu sıralar muhalefet cephesinde bütün dikkatler 20 yıllık AKP iktidarından ve Erdoğan’dan kurtulmak üzerine yoğunlaşmış durumda. İktidarı aldıktan sonrasının senaryoları üzerinde (Cumhurbaşkanının yetkilerinin önce fiilen sonra hukuken budanması dışında) pek durulmuyor. Ekonomik program bakımından da, neoliberal reçeteye sadık kalmanın mucizeler yaratabileceği gibi kof beklentilerden ötesi görünmüyor. Yolsuzluk düzeninin geride bırakılmasına (ne kadar olabilecekse!), «Beşli Çete’ye” indirgenen sermayeye bazı yüklerin fatura edilmesine, KÖİ maliyetlerinin azaltılmasına, KKM’nin tasfiye edilmesine, kamudaki savurganlığın sona erdirilmesine, vs. fazla bel bağlanıyor gibi. Bunlara dair vaadler koalisyon-içi sorunlar aşılıp yerine getirilebilse bile, bunların soluğunun çok çabuk kesileceği ve ekonomik enkazın bütün haşmetiyle yeni iktidarın üzerine çökeceği sanki yeterince hesaba katılmıyor.


Mevcut iktidar cephesindeyse denklem daha basit: Seçimlere kadar tabloyu lehine çevirmeye çalışmak; bunun için bulabildiği kadar dış ve iç kaynağı devreye sokmak, gerekirse ülkenin stratejik varlıklarını pervasızca pazarlamayı sürdürmek. Bu arada iktidarı kaybetme riskine karşı son rant talanlarını da hızla tamamlamak. Seçimlerden sonrası içinse “Allah kerim”...

“IMF Kerim”

Aslında her iki siyasi blok açısından da seçimler sonrası için “IMF kerim” ifadesi daha uygun düşebilirdi. Çünkü ekonominin bugünkü genel gidişatı, koşar adım bir "IMF'ye teslimiyet" çizgisinden başka bir çıkışa yönelmiyor. 12 Haziran tarihli BirGün Pazar'da bu konuyu tartışmış, üç olası sistem-içi seçenekten bahsetmiştim: 1- Sert bir IMF programı; 2-IMF’siz IMF disiplini; 3-Sermaye kontrolleri rejimine ve belki bir dış borç konsolidasyonuna gidişi de içeren program. (Bu sonuncusu, çaresiz kalınmadıkça ve IMF’den kısmi icazet alınmadıkça, bugünkü siyasi taraflarca uygulanamaz).

Bunlardan ilk ikisi benzerdir; gerçi ilkinde başlangıçta IMF’den yüklü bir mali program desteği alınabilir ve tercih konusu olabilir. Bu programları “sert” yapacak olan şey sadece katı bir para politikası (dolayısıyla daralan bir ekonomi ve istihdam veçhesi) olmayacaktır; maliye politikası da katılaşacak yani adaletsiz vergi sistemi halkın üzerine çökerken sosyal yönlü olanlar başta gelmek üzere kamu harcamaları kısılacaktır. Bunların toplam bilançosu, halkın daha da kemer sıkmasını şart koşacak bir sefalet programıdır.

Şimdiki kritik soru şudur: Korkut Boratav hocanın sık sık vurguladığı gibi (bkz. “Milli gelir büyüyor; ücretliler kaybediyor”, Sol Gazete, 10.06.2022), 2016’dan itibaren ücretliler ve emek-dışı yoksul kesimler aleyhine büyük bir bölüşüm şoku yaşanırken, yani hem göreli hem mutlak bir yoksullaşma sürecinden geçilirken, 2023 seçimlerinden galip çıkacak iktidarın bunu daha da dibe çekecek bir programı uygulayabilme şansı nedir? Üstelik mevcut muhalefetin iktidar olması durumunda söz verdiği bazı gelir dağılımını düzeltici hamlelerini yapmak mecburiyetiyle karşı karşıya kalacağı düşünülürse... Bu ikilem nasıl aşılabilecektir?

KKM tasfiyesinde iki yol

Örnek olarak gelir dağılımını bozan KKM uygulamasının sona erdirilmesini ele alalım. KKM’nin mevcut iktidar açısından da geçici bir çare olarak getirildiğini ve ömrünün seçimlere kadar olacağını öngörmek zor değil. (Kaldı ki IMF’li bir devam seçeneğinde de KKM’ye yer olmayacaktır). KKM iki biçimde son erdirilebilir: Birincisi, AKP’nin de benimseyebileceği yumuşak geçişle, yeni KKM hesaplarının açılmasına izin verilmeyerek tedrici bir tasfiye yoludur. Zamana yayılan bu yöntemde dahi, KKM’den çıkanların tekrar dövize/DTH’lere vs. yönelme riski vardır.

İkincisi, KKM'lerin bıçak gibi kesilerek sonlandırılmasıdır. Şimdilerle CHP liderinin dillendirdiği bu radikal tasfiyenin, Hazine’nin ve TCMB’nin (dolayısıyla halkın) üzerindeki yükleri hızla ortadan kaldırmak gibi yararları olacaktır. Bununla birlikte bu radikal kopuşun, a) KKM’den çıkanların çok daha hızlı ve hacimli bir döviz talebi artışına; b) devletin güvenilmezliği üzerinden DTH’larda da bir çözülmeye ve yastık altına kaçışa; c) dışa açık ekonomide ek sermaye çıkışlarına; d) bankalar ile KKM mudileri arasında (ve/veya kur farklarını ödemekten vazgeçen devlet kesimi ile özel bankalar arasında) hukuki ihtilaflara yol açması beklenebilir.

CHP liderinin bu nedenle KKM’ler için “atom bombası” deyimini kullanmış olduğu da düşünülebilir. KKM hesaplarının TL ve yabancı para cinsinden toplam mevduatların yüzde 20’sini aştığı düşünüldüğünde de tahrip etkisi küçümsenmemelidir. Gene de “seçim sonrasına ayarlı bir saatli bomba” ifadesi daha uygun düşebilirdi; çünkü öncesinde herşey halının altına süpürülmeye devam edilecek.

Görüldüğü gibi tek bir konuda bile -”bir deli kuyuya bir taş atmış kırk akıllı çıkaramamış” özdeyişindeki gibi- çok sayıda belirsizlik içeren bir sürece girilebilecektir. Bu örnekle ilgili kendi görüşümüzü eklemeden geçmeyelim: Seçilmesi gereken yol, elbette radikal tasfiye yoludur. Ancak bunun uygulanması için ortamın hazırlanması gerekir. Bize göre, sabit kur rejimine ve sermaye hareketlerinin kontrolüne geçmeden ne bu politikanın ne de gelir dağılımını düzeltebilecek ve yeni iktidara ek mali olanaklar sağlayabilecek uygulamaların önünü açmanın (örneğin gerçek bir servet vergisi getirmenin) başarı şansı olamayacaktır.

Toplumsal talepler patlarken

Yeni iktidarın kendine ek mali olanaklar yaratabilmesi, şu bakımdan da yaşamsal önemdedir: Uzun süreli bir bölüşüm şokundan çıkan, son yılın enflasyonist şokunda bunu çok daha sert yaşayan emekçi kitlelerin, küçük üreticilerin ve esnafın yeni iktidardan beklentileri de yüksek olacaktır. Bu kesimlerin (işçi, memur, esnaf, çiftçi) çoğu sağ görüşlerden gelen sendikal ve mesleki temsilcileri şimdiye kadarki iktidar yanlısı tutumlarından yeni iktidar döneminde çark edeceklerdir. Hem ideolojik konumlarının gereğini yapmak üzere, hem de gerek kendi tercihleri gerekse iktidarın sopasıyla 20 yıldır sürdürdükleri edilgen ve ezik tavrın artık kendi kitlelerinde de bir karşılığı olamayacağından.

Dolayısıyla, yeni iktidarı geniş bir toplumsal muhalefet bekliyor olacaktır. Bunlar hem yeni iktidara destek vermiş/verecek olanları hem de eski iktidarın dümen suyundan ayrılmayanları kapsayacaktır. Yeni iktidarın parçalı yapısı buna nasıl yanıt verebilecektir? Özellikle de ister istemez bir “kemer sıkma” programına sürüklenme tehdidi altında?

Bir anımsatmayla sonuçlandıralım. 1999-2002 dönemindeki 57. Hükümet, IMF programı altında sert 2001 ekonomik krizini yaşamış, buna rağmen bu program Kemal Derviş’in hükümete monte edilmesiyle sürdürülmüştü. Meclis dışında kaldığı için bu süreçte yara almamış olan CHP bir umut olabilecekken -bu doğrultuda oldukça kapsamlı ve tutarlı bir ekonomik program da hazırlamışken- çözülen DSP içinden Kemal Derviş'i saflarına alarak mevcut programdan başka bir vizyonu olmadığını adeta ilan etmişti. Bu fırsattan da yararlanan muhalefet partisi AKP, IMF’nin yürürlükteki programını derhal sona erdirecek iddialarla iktidara talip olmuştu. Bunun gerçek olmadığı ciddi kamuoyu tarafından elbette biliniyordu (bu bir niyet okuma değildi!); nitekim programı sürdürmekle kalmayacak, Şubat 2005’te 3 yıl daha uzatacaktı.

Buradaki meselemiz şudur: Bugünkü CHP, 2002’de olduğu gibi, neoliberal düzenleme rejimine bir alternatif oluşturma niyet ve iradesinde gözükmemektedir. Sorun sadece bu düzenleme rejiminde AKP’nin yol açtığı tahribatı gidermekten ibaretse, seçmenin desteğinin seçimlerden öteye taşınması zordur. Eğer AKP muhalefetteyken bir dönem ayakta kalabilirse, iktidarı yeniden devralmak üzere hazırda bekleyecektir. Umarım bugünkü muhalefette bunlara da kafa yoranlar bulunuyordur.