Her ne kadar buraya kadar seçim ve sandık eksenli şeyler ise de, seçmen tercihinin seçime kadar geçen sürede aktörlerin yaptıkları ya da yapmadıkları ve potansiyelleri üzerinden oluştuğunu unutmamak gerekir

Muhalefet şimdi ne yapmalı?

Gene bir “muhalefet şimdi ne yapmalı?” yazısı/dosyası ile karşınızdayız!

Bu kez şimdiyi belirleyen olay “24 Haziran.”

Klasik bir başlangıç şart: Özeleştiri ve hesap sorma!

Ama bu kez her zamankinden daha sert ve acımasız olmalı bu özeleştiri ve hesap sorma. Kime ve neye mal olursa olsun! Yalnızca seçim gecesi oy sayımı ve iletişim facialarının yarattığı umut ve güven yıkımı bile bunu zorunlu kılmaktadır. Geleceği doğru kurgulamak için ilk ve zorunlu adım bu olmalı.

Her bir parti, hareket ve örgüt bunun hesaplaşmasını kendi içinde ve ilişkilendiği ölçüde diğer yapılarla ilgili de yapmalı. 24 Haziran seçimleri sonrası hiçbir şey olmamış, rutin bir parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimi yaşanmış gibi davranmak olsa olsa statüko ile uyumun göstergesi olabilir.

24 Haziranın diğer seçimlerden, tarihsel kavşaklardan ayrı bir önemi olduğu tartışmasız. Bu önem bir karşı devrim niteliğindeki rejim değişikliğinin hayata geçirilmesi, geniş kesimlerin geleceğe dair umudunu yitirmesi gibi sonuçları kadar, iktidarın toplumsal muhalefete ve siyasete “müdahale” kabiliyetini olağanüstü arttırmasından da kaynaklanmaktadır. Bu müdahale kabiliyeti nedeniyledir ki iktidar yeni rejimi “olağanüstü hal devleti” olarak kuruyor.

İktidarın bu kabiliyetinin artması kadar muhalefetin müdahale kabiliyetinin gerilemesi ve müdahale maliyetinin olağanüstü artmış olması da önümüzdeki döneme damga vuracaktır. Bu müdahale edici eyleme örnek olarak tam da 24 Haziran seçimleri öncesi heba edilen boykot tartışmaları örnek verilebilir. AKP-MHP kaybettiklerini düşündükleri seçmen ve milletvekili sayısını telafi etmek için bir ittifak yasası çıkardı. Tek amacı AKP iktidarını sağlamlaştırarak sürdürmek ve rejim değişikliğini garanti etmek olan bu yasa önce tüm muhalefet tarafından “seçimin çalınması” olarak kabul edildi. Üstüne OHAL koşulları ve eşitsiz koşullar eklendiğinde çok güçlü bir meşruiyet tartışması ve Boykot tartışması açılıp iktidarın kurgusuna müdahale imkanı varken siyasi cinliklerle, “şaşırtıcı hamlelerle” iktidarın kurguladığı sahneye figüran olundu. Çıkarılan ittifak yasasının seçime ve olası yolsuzluklara etkileri bile enine boyuna hala tartışılmıyor. Madem bu seçim ve bu kadar hayati olarak kabul edilmişti o zaman gerektiğinde –tabii ki şiddeti dışlayan- bir “kopuş siyaseti” de göze alınmalıydı. Tam tersi bunu göze alamayanlar bu tartışmayı başlatmak isteyenleri tembellikle, açık ara alınacak seçimi sabote etmekle hatta delilikle suçladılar.

Bizlerin yapması gereken siyasete ve oluşan statükoya müdahale alanlarını genişletmek olmalı. Bunun ilk yolu muhalefetin siyaset alanını daraltan yerlerde tam tersi bir meydan okuma ile ortaya çıkmak gerek. Bu meydan okumanın ilk adımı da zihnimizdeki zincirlerden kurtulmak olmalı.

Seçimden önce Solfasol’da yazdığım gibi “… iddiamızı kaybetmememiz gerekir. Seçim matematiği, toplum/seçmen sosyolojisi, %30-70 dengesi gibi toplumu ve seçmen tercihlerini değişmez sabitler gibi alan ve bunun üzerine güncel politika inşaa eden sinsi sağ/liberal yaklaşım şu an karşı karşıya kaldığımız en büyük tehdit. Oysa kavramlar, tercihler, iletişim olanakları, gençlik büyük bir dönüşüm değişim içinde. Değişmiyorsa o zaman bekleyelim doğal nüfus artışlarına/azalışlarına bırakalım işi! İşte bu sinsilik gazeteleriyle, web siteleriyle, danışmanlarıyla, anketleriyle, ‘sızıntı’ politikacılarıyla bizi şuna ikna etmeye çalışıyor:

- Erdoğan’ın alternatifi ancak, Gül/Şener profilinde biri olabilir,

- AKP-MHP nin alternatifi ancak, sağın dominant olduğu koalisyon olabilir,

- ‘Pişman’ Fetullahçının alternatifi ancak, ‘light’ Fetullahçı olabilir,

- Saldırgan ve kaba siyasal İslamcının alternatifi ancak sinsi ve centilmen siyasal İslamcı olabilir vs… unutmayalım ki … Siyasetsiz seçimde önyargılar ve statüko galip çıkar.”

Önce düşünsel cesaret ve özgüvenimizi kazanıp, oluşan siyasi çıktıyı hayata geçirecek yolları araştırıp bulmalıyız. Bu ikisi arasındaki açının büyüklüğünün ve maliyetinin her zamankinden fazla olduğu bir gerçek. Ancak siyasi önderliğini ve iktidar perspektifini bekleyen Haziran İsyanı ve Adalet Yürüyüşü potansiyeli halen ülkemizin bağrında, kılcallarında var olmaya devam ediyor.

Her ne kadar buraya kadar seçim ve sandık eksenli şeyler ise de, seçmen tercihinin seçime kadar geçen sürede aktörlerin yaptıkları ya da yapmadıkları ve potansiyelleri üzerinden oluştuğunu unutmamak gerekir. En önemlisi de artık seçim, sandık ve parlamento eksenine sıkışmamış bir muhalefet anlayışına her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu ve sonuç alıcı eylemlerin filizlenme olanağının daha fazla olduğunun farkına varmamız gereğidir.