Ya da tersi; medyaya karşı muhalefet! Bu seçimde ilk defa demeyeceğim tabii, ama en çok bu seçimde ve galiba ilk kez medyanın yüzde 95’i muhalefetle mücadele halinde. Hani Erdoğan günde 3-4 miting ve gecede 2-3 kanalın ortak yayınıyla, her şehrin belediye başkanı o olacakmış gibi adeta “to be or not to be” mücadelesi veriyor ya, […]

Ya da tersi; medyaya karşı muhalefet!

Bu seçimde ilk defa demeyeceğim tabii, ama en çok bu seçimde ve galiba ilk kez medyanın yüzde 95’i muhalefetle mücadele halinde.

Hani Erdoğan günde 3-4 miting ve gecede 2-3 kanalın ortak yayınıyla, her şehrin belediye başkanı o olacakmış gibi adeta “to be or not to be” mücadelesi veriyor ya, medya da öyle…

Bahçeli, hafta sonu Yenikapı’da, İstanbul’u beka savaşının “son siperi” olarak tarif ederek, “Bu siper düşerse Türkiyemiz gider” dedi ya, medya da öyle; bu iktidar giderse biz de biteriz kaygısı ve can havliyle kendi varlığını feda ederek çalışıyor.

Eskiden her miting sonrası meraklıları gazete gazete dolaşırdı; gerçek katılım sayısını bilebilmek için. Mitingi düzenleyenlerin sayıyı 3’le 5’le çarpması, sonuna bir sıfır falan koyması adettendi. Farklı gazetelerdeki sayıları toplar böler, ortalama bir rakam bulurdunuz.

Şimdi öyle mi; Erdoğan 1 milyon 600 bin kişi dedi ya, Yenikapı’dakiler için, medyanın yüzde 95’i de aynı fikirde. Erdoğan’ın aldığı “resmi rakam” bu, Odatv’nin yetkililerden edindiği bilgi 350 bin!

Bu seçim kampanyasında, medyanın “en” kendinden geçmiş, “en” kendini kaybetmiş, “en” kendini feda etmiş halini seyrediyoruz! Onlar da can derdinde ki, kendi beka mücadelelerinde muhalefete karşı sürekli kamikaze halindeler.

Kastettiğim; “Seçimden sonra Ayasofya’ya giriş ücretsiz olabilir… Ayasofya’yı müze olarak değil, cami olarak ziyarete açabiliriz” diyen cumhurbaşkanına, en saygılı ses tonuyla; “Ama Sayın Cumhurbaşkanım daha 5 gün önce, ‘Ayasofya açılsın diyorlar. Be kardeşim. Bir şey söylerken duygusallıkla, affedersin bu alçağın, bu teröristin sözlerine karşı böyle bir talepte bulunmanın bir anlamı yok. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunlar da bir tahriktir.’, dememiş miydiniz?” diye sorulamaması değil, onu çoktan geçtik!

Ama hiç değilse Karamollaoğlu’nu Saadet Partisi’nin anlaşması yapılmış reklamlarını yayınlamayarak çıldırtmayın: “Şu TRT ne menem bir şeyse bir türlü adil olamıyor. Geçmemiş adalet bunların tezgahından. Şimdi her parti ile anlaşma yapıyorlar. Bizim reklamlarımızı da belirli sıklıkta yayınlayacaklar. Reklamlarımızdan ikisini yayından kaldırdılar, diğerlerinin de sıklıklarını azalttılar. 10 kere vereceğine 3 kere veriyor ve ‘Bu size yeter’ diyor. Niye? Çünkü ağababaları öyle emrediyor.”

TRT bu, adı üstünde “devlet televizyonu”, devlet de artık “parti devleti”! Öyle olunca; 1-15 Mart tarihleri arasında da, Cumhur İttifakı TRT haberlerinde 55 saat 17 dakika boy gösterirken, muhalefet partileri toplamı 10 saat 9 dakika görünüyor. Tabii CHP’yi karalayan 7 saat 23 dakikalık, HDP aleyhindeki 1 saat 38 dakikalık haberleri saymazsanız.

TRT devletin de, diğerleri iktidarı ve muhalefetiyle milletin mi?

Bütün muhalefeti HDP ile, onu da PKK ve terörle eşitlemeye dayalı AKP+MHP seçim stratejisinin yansıması olarak, Sezai Temelli’nin ağzından çıkmayan “Ankara ve İstanbul’u HDP yönetecek” manşetini atmak muhalefete kamikaze dalışının iyi bir örneği idi.

Örnek çok; kadın göstericiye tacizi hatırlayın; olayları değil, olaylara iktidarın tepkisini haber yapmak temel habercilik refleksi oldu!

Ya yerel medya? Orada da örnek Konya; Erdoğan’ın mitingi öncesi 14 yerel gazeteden 13’ü aynı manşetle çıkmakla kalmayıp, 1-2-3 ve sonuncu sayfalarını AKP’ye ayırdılar. Tabii, 8-10 bin TL ücreti karşılığı…

Bu seçimde medya öylesine muhalefete karşı ki; bir idam sehpası önünde ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun asılmasını isteyecek kadar gözü kararttı.

Öyle bir seçim ki, iktidar yenilirse medya da yenilmiş sayılacak!