Ülkede emeği ile geçinenlere bir dokunsanız bin ah işitiyorsunuz. Kimse ayın sonunu getiremiyor, borçlarını, faturalarını ödeyemiyor. Ek iş bulabilenler kendini şanslı hissediyor, bulamayanlar ise açlığa mahkûm oluyor. Evini bozup ailesinin yanına taşınanalar, okuduğu üniversiteyi yarıda bırakıp evine dönenler, organ pazarında böbreğini satışa çıkaranlar… Milyonlarca insan tam manasıyla can derdinde. Ama iktidar mensupları bir başka evrende yaşamaya devam ediyor. Kimi Türkiye ekonomisinin “kurtulduğunu” müjdeliyor, bir diğeri rekor üstüne rekor kırıldığını.


Ekonomide köşeye sıkışan iktidar, seçim mühendisliğiyle sandığı garanti altına alma çabasında. Sandık kurullarının oluşumundan en ince milletvekili hesaplarına dek birçok siyasi hinliği tek bir torbada toplamayı başarmışlar. Bu girişim, seçime giden süreçte muhalefetin “dengesini” bozmaya yönelik ne ilk ne de son hamle olacak. Halka dönüp sandığı bekleyin dediğinizde, yalnızca sabır ve sükûnet telkin ettiğinizde, hak arayışlarının aktif bir unsuru olmadığınızda iktidarı yeni taktikler geliştirme konusunda heveslendirmiş oluyorsunuz. İktidar da 20 yıllık deneyimiyle bu fırsatı olabildiğince kendi lehine kullanıyor.

***

İktidar, barajın yüzde 7’ye düşürüldüğü seçim yasasını bir “demokrasi nişanesi” olarak pohpohlamak uğraşında dahi değil. Kendileri de seçmen de bu yasanın temsilde adalet için gündeme gelmediğini gayet iyi biliyor. Partili CB’ye daha önce devlet imkânlarıyla fiilen yaptığı seçim propagandasını, 2023 için hiçbir engel söz konusu olmadan sürdürmesini sağlayan bir yasa taslağının adaletin herhangi bir biçimiyle ilgisi olması zaten düşünülemez. Sırf bu düzenleme nedeniyle muhalefet ayağa kalkmalıydı ama 2015 ve 2018’de olanları çoktan kanıksamış durumdalar.

Sandıklara sahip çıkma konusunda son yerel seçimlerde muhalefet iyi bir performans sergilemişti. Özellikle İstanbul’da, Canan Kaftancıoğlu ve CHP il örgütü önemli bir başarıya imza atmıştı. Şimdi iktidar, sandık kurullarının oluşumu ve sandık kurulu üyeliğinde suyu bulandıracak yeni hamleler yapıyor. Sandık kurulu üyeliklerinde muhalefetin dayanışma sergilemesini engelliyor. Zira yeni düzenlemeye göre bir partinin sandık kurulu üyesi bir başka parti için çalışamayacak. Böylece yerelde örgütlenmesi zayıf olan herhangi bir muhalefet partisinin aleyhine işleyecek bir sandık süreci oluşuyor. İl ya da ilçede en kıdemli hakimin sandık kurulu başkanı olması yerine birinci sınıf hakimler arasından kura ile başkan seçilmesi ise oy verme ve oy sayımının iç içe geçmiş yapısını bozma riski taşıyor.

İttifaka dahil küçük partilerin ‘artık oylardan’ yararlanamaması meselesi, iktidarın yaptığı hamlenin en kritik noktası. İktidar, Gelecek-Deva-Saadet-Demokrat Parti’yi ya CHP ve İYİP’ten aday göstermeye ya da kendi aralarında yeni bir ittifak kurmaya mecbur kılmak istiyor. Şayet ilk seçenek denenirse, sağ seçmenin CHP sırasından aday olan bir isme oy atmayacağı düşünülüyor. Sağda yeni bir ittifak kurulursa da Millet İttifakı’nın zemin kaybedeceği, kapsayıcı olma iddiasını yitireceği ve dolayısıyla oylarının azalacağı umuluyor. Böylesi bir durumda parlamento çoğunluğunun alınması ve CB seçiminin de ikinci tura kalması planlanıyor. İkinci tura gidilirken kitleyi Erdoğan arkasına dizmek için “parlamento çoğunluğu bizde, muhalefetin adayı CB seçilirse, topal ördek olur” diyerek propaganda yapacaklar.

***

Muhalefet, “istediklerini yapsınlar, nasıl olsa kaybedecekler” ruh haliyle iktidarın hamlelerini ciddiye almazsa sonuç kendileri için bir hayal kırıklığına dönüşebilir. AKP-MHP karşısında, en geniş tanımıyla muhalefetin hem Meclis çoğunluğunu kazanması hem de CB’yi ilk turda alması gerekiyor. Bu denklemde herhangi bir kısmi başarı, vaat edilen sistem değişikliğini olanaksız hale getirip siyaseti kilitleyebilir. Dolayısıyla muhalefet “en uygun formül” üzerine çalışmaktan geri duramaz, ancak bu esnada toplumsal tepkileri soğurma stratejisini sürdürürlerse buldukları “formül” de bir işe yaramayabilir.
Toplumsal muhalefetin üzerine düşen mühendislik değil, aksine “geçinemiyoruz” sloganıyla devam eden eylemlerde olduğu gibi halkın feryadına kulak vermek, ülkenin dört bir yanını saracak bir muhalefet dalgasını güçlendirmek ve meclis muhalefetini “bekle-gör” çizgisinin ötesine geçmeye zorlamak.