Depremlerin yıkımının bilmediğimiz binlerce acı hikâyesi vardır. Ve uzun yıllar şiirlerin, romanların, edebiyatın konusu olacaktır. Acı gerçekleri şairlerden, yazarlardan onların diliyle okuyacağız. Sanat toplumun hafızası olduğu müddetçe, yaşanan acılar unutulmayacaktır. Bunca acı bir daha yaşanmasın diye sanata da sanatçıya da ihtiyacımız var olacaktır.

Muhtaç edenler ve dayanışma

ALİ OSMAN İZCİ

Düşün uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri...

6 Şubat’ta gerçekleşen, 11 ili etkileyen 2 büyük depremin üzerinden bir ay geçti. Hâlâ çaresizliğin pençesinde yaşama tutunmaya çalışan binlerce insan var. Enkaz başlarında yakınlarının cenazesini bekleyen insanlar. Depremde hayatını kaybeden, yaralanan, yakınlarını kaybeden, evini işini kaybeden, geleceğini, umutlarını kaybeden yüzbinlerce insan...


Bugün temiz suya, bir sıcak yemeğe, çadıra muhtaç hale gelen insanlar, yarın eve, işe, geleceğe muhtaç halde.

Malatya’da depremin ilk günlerinde güçlü görünen devlet aygıtının ne kadar güçsüz, hantal ve beceriksiz olduğunu gördük. Bununla birlikte halkın dayanışmasının özverisinin ne kadar sahici olduğunu da gördük. Depremin 2. günü dayanışma gönüllüleri zor şartlarda Malatya’ya ulaştılar. Devrimci dayanışmanın en saf ve samimi halini ete kemiğe büründürdüler. Kent merkezinde dayanışma merkezi kurarak zorlu iklim koşullarına rağmen köylere, kasabalara, ilçelere ulaştılar. Devrimcilerin tarihsel sorumluluğunun sınavdan geçtiği günlerde Dayanışma Gönüllüleri olarak elini değil gövdesini taşın altına koydular. Gerçekleşen doğa olayının nasıl felakete dönüştüğünü sahada yaşayıp gözlemlediler. Depremde umutları yıkılan insanlara korkuların yıkılması gerektiğini, sorumluların hesap vermesi gerektiğini anlattılar. İktidarın 20 yılı aşkın süredir sürdürdüğü kutuplaştırma politikasını ellerinin tersiyle itip, birlikteliği, dayanışmayı, umudu örgütlediler. Memleketin dört bir yanından uzanan dayanışma ellerini birleştirdiler.

Düşünmek gerek 21.yüzyılda, teknoloji çağında bilimin mühendisliğin iletişimin bunca gelişmişliğine rağmen bir doğa olayı nasıl felakete dönüşür? Nasıl insanların yuvam diye girdiği, gerçekte mezarı olur?

Rantsal dönüşüm, çarpık ve denetimsiz yapılaşma, imar afları...

İktidar sahipleri uzay çağında iken, halkı ham çarığa mahkûm etmişlerdir. Hani usta şairin dediği gibi;

Bunlar engerekler, çıyanlardır.

Bunlar aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır.

İnsanlar perişan, insanlar üzgün, insanlar öfkeli...

Gerçekleri gizlemekte hünerli iktidar sahipleri, başarısızlıklarını gizlemekte de hesap vermemekte de hünerlerini sergilemektedir.

Bu yıkımın bilmediğimiz binlerce acı hikâyesi vardır. Ve uzun yıllar şiirlerin, romanların, edebiyatın konusu olacaktır.

Acı gerçekleri şairlerden, yazarlardan onların diliyle okuyacağız.

Sanat toplumun hafızası olduğu müddetçe, yaşanan acılar unutulmayacaktır.

Bunca acı bir daha yaşanmasın diye sanata da sanatçıya da ihtiyacımız var olacaktır. Ahmet Arif’in dizelerinde bahsettiği gibi;

Gelgelelim, Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat,
Otuz iki dişimizle gülmeğe,
Doyasıya sevişmeğe, yemeğe...
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asıl biz biliriz kederi.

Yaralarımızı saracağımız, yarına umutla bakacağımız bir memlekete hasretle.