Yönetememe halini/krizini, salt asayiş, güvenlik ve istihbarat sorunu sanan iktidar, yurttaşlarını yardıma çağırıyor!

“Beleş muhbirlik” çağrıları yeterince yankı bulamamış olmalı ki, bu kez ücretli muhbirlikten medet umuyor.

Hatırlayalım daha önce de korktuğu, sıkıştığı, çaresiz hissettiği ve “kendi saflarını sıklaştırmak” istediği anlarda bu çağrıları yapmıştı devletimiz.

Gezi ve sonrasındaki tencere tava eylemleriyle ilgili olarak: “ …bu suçtur. Suç olduğuna göre neden hakkını aramıyorsun kardeşim. Senin apartmanında tencere-tava çalan mı var, hemen yargıya taşı bunu. Hakkınızı, hakkımızı aramadığımız sürece daha bizim boynumuzda çok boza pişirirler” demişti dönemin Başbakanı…

Terfi edince de, kendi elleriyle besleyip büyüttüğü Fethullah Gülen Cemaati’ne karşı yaptı benzer bir çağrıyı: “…Elinizdeki bilgileri lütfen bizimle paylaşın diyorum. Ve unutmayın namussuzlar kadar namuslular cesur olmadıkça başarıyı elde edemeyiz.”
Bir elemanı ise “…Polis bir yaptırımda bulunmayacak. Aynı evde yaşayan karşı cinsler komşuların da uyarısı sonucu tespit edilirse, polis bu gençlerin ailelerine telefon açıp, ‘İşte oğlunuz veya kızınız şu evde şu kişilerle birlikte yaşıyor’ diye bildirimde bulunacak. Başka bir uygulama kesinlikle söz konusu olmayacak. Bir yaptırımda bulunmayacak.”

Hatta bir ara “sayın muhbir vatandaşlarımızın” ihbarlarını en az zahmetle yapmaları için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan devletimiz, “Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi” başlattığını duyurmuştu. Hayata geçirdi mi bilemem, ama zihniyeti açısından çok öğretici: “Uygun görülen sokak, mahallelere yazılı ve aynı zamanda sesli ihbar kutuları yerleştirilecek. Yapılan ihbarlar ise gizli kalacak. Asayiş Dairesi Başkanlığı’nın uygulamasıyla vatandaşın polise olan ihbarlarının artırılması ve ihbar sistemine işlerlik kazandırılması amaçlanıyor.”

Benzer birçok çağrı yaptı AKP iktidarı. Adeta yalvarıyor yurttaşına devlet; “İhbar et, ispiyonla” diye.
Sürekli elini yükseltiyor. Şimdi bir yönetmelikle muhbirlere 200 bin liraya kadar ödül verilmesi öngörülüyor. Bir adım sonrası muhbirliğin zorunlu olduğu Gestapo uygulamaları!

Ya toplumsal dokumuz korktuğumuz kadar bozulmamış, ya da darbe dönemlerinin acı ihbarlık uygulamaları hâlâ hafızalarda ki, yaygın bir muhbirlik furyası başladığına dair bir bilgimiz yok. Ancak ekonomik kriz, despotik yönetim ve toplumsal barışın bozulduğu anlarda açılan bu kapıdan nasıl bir alçaklığın sızabileceğini insanlık ve ülkemiz gördü. Hele bir de alabildiğine iktidara yatmış yargı düzeni varsa ortaya çıkacak olan Mc Cartycilik, Gestapo pratiği ve yeni 1402’likler olacaktır.

Her yere nüfuz etmiş gelişmiş güvenlik aygıtı, gizli tanık ordusu, ordulaşmış polis... Hiçbiri çaresizliğini gideremiyor devletin.
Yaygın telefon dinlemeleri, MİT yasası, Plaka Takip Sistemi, Yüz Tanıma Sistemi ve MOBESE gibi elektronik gözetleme sistemleri, Kimlik Bildirme Kanunu, tıbbi fişlemeler, mali kontrol sistemleri, kiralanan araçların bile takibini öngören İç Güvenlik paketi, fişlemeler… Hiçbiri, ama hiçbiri doyurmuyor dikizleme/bilme açlığını devletin.

AKP, 12 Eylül’ün has evladı olarak, sıkıştığı her anda darbe uygulamalarına, 12 Eylül uygulamalarına dönüyor.
Muhbirliğe çağırdığı gruplardan birisi var ki özel olarak değinilmeli: Muhtarlar.

Türkiye’deki yaklaşık 50 bin muhtarı gruplar halinde KaçAk Sarayı’na “celbeden” Cumhurbaşbakanımsı muhtarlara önce, “Benim muhtarım hangi evde kim var? Gelecek gayet uygun ve sakin bir şekilde kaymakamına, emniyet müdürüne bildirecek” dedi.
Daha sonra ise “Terörle Mücadele” için yardım isteyerek, “Maalesef bu konuda şu anda devletin çok daha gayretli, çok daha bu konularda yılmayacak şekilde operasyonlarına devam etmek suretiyle, hangi evde ne var ne yok, istihbaratla her şeyiyle bunu ortaya çıkarmak durumundadır. Hangi evde kim var, nedir ne değildir. Bunu gelecek, orada kaymakamına, valisine emniyet müdürüne bildirecek” dedi.

Bu bilgiler yani kimin nerede oturduğu bilgisi devlette olduğuna ve muhtarların görevleri yasada yazılı olduğuna göre talep ettiğinin tercümesi şu olsa gerek: Bana karşı olanları ispiyonla!

Muhtarlara çağrımdır: Yapmayın! Hatta katılmayın o davetlere. Bu topluma düşmanlık eken o konuşmaları alkışlamayın. Anayasa’ya aykırılığı bir yana, Hepimiz biliyoruz ki -en azından- etik değil. Sizi oraya çağıranların o çok eleştirdikleri, 28 Şubat’taki Genelkurmay’da hâkimlere verilen “brifing”ten daha antidemokratik katıldığınız toplantılar. Siz mahallenizdeki, köyünüzdeki herkesin oyuyla geldiniz. İktidarın neferi olma utancını taşımayın. Zengin adamın sofrasında, propagandasına meze olmayın.