Muhteşem bedenlerimizin haritasında yolculuk

NAGİHAN KAHRAMAN

Ölüm ara ara herkesin aklına düşer ve bunu düşününce sanırım korkmayan yoktur. Kaçınılmazdır ve gerçekleşecektir, aksi mümkün değildir. Bu durumda kabullenmekten başka da yol kalmaz ne yazık ki. Bahsedeceğim romanın ana karakteri de yıllar önce konan kanser teşhisinin üzerine tedavi gördükten sonra bunu atlattığını düşünür tâ ki o kazayı yapana kadar. O gün, hastalığının nüksettiğini öğrenir ve gerisi yokuş aşağı sürüklenmekten farksız gelişir. Bu olayın yaşandığı roman Maddie Mortimer’ın eseri Muhteşem Bedenlerimizin Coğrafyası. Roman Mortimer’ın ilk eseri olma özelliğine sahip. 1996 doğumlu yazar, Londra’da doğmuş ve eğitimini burada tamamlamış. Şu an ise bir yandan medya yazarlığı yaparken televizyon dünyası için de içerik üretiyor.

Lia; eşi Harry ve kızı Iris ile uyumlu bir hayatı olan, çocuklar için kitaplar yazan genç bir kadındır. Yıllar önce meme kanseri olduğunu öğrendikten sonra tedavi olmuştur fakat yıllar sonra hiç beklemediği bir anda hastalığının nüksettiğini öğrenir. Aslında o kazayı yapana kadar her şey yolundadır Lia’nın hayatında. Harry üniversitede hocadır. Kızı Iris de on iki yaşında, ergenliğin eşiğindedir. Gördüğü tedavi sonrasında memelerinin alınması dışında hayatında başka bir maddi değişiklik olmamıştır. Üst-orta sınıftan denebilecek bu ailenin pek dertleri yoktur ya da öyle görünmektedir. İlgili ve her zaman yardıma koşan bir eş ve sağlıklı bir çocuk… Her şey böyle yolunda görünüyorken hastalığının diğer organlara yayılması ile ailece geri dönülmez bir tünele girerler. Bu süreç anne-kızın arasındaki ilişkiyi kötüleştirir, sürekli bir gerginlik yaratır. Harry ise kendinin bile beklemeyeceği bir insana dönüşür. Ölümün adım adım geldiğini bilme konusunda belki de sadece kabullenmek günleri kolay kılar. Nafile bir çabayla birbirine kenetlenmeye çalışan bu insanların arasında gerçek tüm ağırlığıyla durmaktadır. Günler geçtikçe sona yaklaştığını biliriz Lia’nın, bu sürpriz değildir. Yazar en baştan bile sezdirir bunu bize. Dolayısıyla roman ilerledikçe odak ölümden başka meselelere kayar; ilişkiler, annelik/ebeveynlik, gençlik günleri, aile arkadaşlık...

Muhafazakâr ailesini; annesini, peder babasını... İlk aşkı Matthew’i... Lia, tamamlanamamış gençlik günlerini ve başaramadıklarını üniversitede ders veren ve Lia’nın gözünde yüksek bir mertebedeki Harry aracılığıyla tamamlar. Harry de kendinde olmayan o parlak hayat ışığını Lia’da bulmuştur aslında. Sona doğru gittiğini ne yazık ki bildikçe Lia geçmişe dönmeye çalışır. Babası ölmüştür ama annesi hayattadır ve onunla hesaplaşır. Kendini de unutmaz, anneliğini de sorgular genç kadın. Kızı Iris için yeterince iyi olmadığını düşündüğü satırları okurken sarsılmamak elde değil.

Roman temelde üç anlatım sırasıyla ilerliyor. Lia’nın şimdisi, geçmişi ve bir de sanrı şeklinde yazılmış, dilin gündelikten şiirsele döndüğü bölümler. Adeta sayıklama gibi diyebiliriz bu kısımlar için. Lia’nın bedeninin içinden gelen bir konuşma. Lia’nın kanserli hücrelerinin vücuduna dağılmasını dinliyoruz bu satırlarda aslında. Yazar bence asıl maharetini bu bölümlerde göstermiş. Olay akışından koparak araya giren bu bölümlerde Lia’nın bedeninin haritası çıkarılıyor. Bu hastalıklı hücrelerin sağlıklı bir vücudu ele geçirişi esnasında izledikleri güzergâhı okuyoruz. Bu kadar acı bir meselenin böylesine büyüleyici bir üslupla anlatılması büyük yetenek. Kadının ölmesini istemiyorsunuz ancak bedenin ele geçirilişini okumaktan da kendinizi alamıyorsunuz. Öte yandan roman metin olarak da görsel bir şölen sunuyor okurlara. Bizim genelde şiirde denk geldiğimiz sözcüklerle resim yapma tekniğini düzyazıya uygulamış Mortimer. Merdivenden bahsederken sözcükleri basamak şeklinde sıralamış örneğin ya da damla damla akan bir şeyi anlatırken sözcükler de damlıyor bir alt satıra adeta.

“Sıcak nabzı vücudunun her yerinden duyuyordu,/gözeneklerinden çıkıp/basamaklardan/aşağı/ damlıyordu.”(s.63)
Sonu bilinen bir gerçeklikle hem bireyin hem de ailenin diğer fertlerinin yüzleşmesini, kabullenişini ve hayatın bir şekilde devam ettiğini okuyoruz dört yüz küsur sayfa boyunca. Bedenlerimiz var ya da yok; ama hayat hep var ve devam ediyor ve bazen birinin gitmesine sadece izin vermek gerekiyor.