(The Arrangement, a film by Elia Kazan, 1969, oyuncular: Kirk Douglas, Faye Dunaway, Türkiye’de bu adla oynamıştır.)

Bu tipik bir Türkiye geleneğidir! Önce biat sonra söz hakkı!:

Batıda Kralın sayın muhalefeti, doğuda Padişahın Dalkavuğu olmak esastır.

Peki ya bizim aydınlarımızda, yani onların bir bölümünde, yani batılılaşmış ve batının irşadıyla kamilleşmiş sinik aydınlarımızda, yaralı bilincin ya da bilinç yarılmasının bir sonucu olarak …

“Hiçbirinin diğerine benzemediğini söylediğim Kadro’cuların belki en şirin üyesi İsmail Hüsrev’di. Onunla ilk kez Halkevi’nde İsmet Paşa’nın bir konuşmasını dinlediğimiz gün, herkese açık olan localardan birinin dışında, toplantıya aralık verilen bir kısa zaman içinde konuştuğumuzu eminim o hatırlamıyordur. Kadro dergisinin belki en değerli yazılarını o yazmıştır. O toplumun içindeki diğer kişilerden farklı olarak (onların hepsinin birbirinden farklı kişiler olduğunu söylemiştim ya) o, ötekiler kadar popüler olmamıştır. Fakat Türkiye köy ekonomisi üzerine yazdığı kitap bugün de değerini yitirmemiştir. Fakat Türkiye köy ekonomisi üzerine yazdığı kitap bugün de değerini yitirmemiştir. Ayrı dönemlerde ben o yapıtı çok gence tavsiye etmiş, hatta zorla okutmuşumdur. Bu son derecede sevimli kişi sanıma göre derin kötümserlik içine gömülerek düşün yaşamından çekildi. O yaşamın güç, kötü yanlarının bir kurbanıdır o. Fakat Kadro topluluğunun daha da trajik kurbanı, onların belki en sevimlisi olan Burhan Asaf (Belge) olmuştur. Onların en güzel yazı yazanı, en güzel konuşanı. Uzunca süre Ankara Radyosu’ndaki konuşmalarının güzelliklerini bugün hatırlayan var mı, bilmiyorum. Sözünü ettiğim kümenin en son tanıdığım üyesi o olmuştu. Fakat ötekilerde olduğu gibi onunla da ayrı aşamalarda karşılaştım. Her aşamada onu kendine layık olan düzeyin altına düşmüş olarak görmüşümdür. En sonuncusu da trajik olmuştur. Onu ilk kez (doçent olduğum dönemde) Basın Yayın Genel Müdürü Selim Sarper’in odasında görmüştüm. Fakat yıllarca önce çıkmakta olan Kadro dergisindeki yazılarını okurdum. Tanıdığım yıl, Selim Sarper’in başkanlığındaki basın-yayın örgütünün “müşaviri” idi. Radyo konuşmaları yaptığı yıllar. O zaman Polis Enstitüsü’nde ben “Basın ve Propaganda” adı verilen dersi vermeye memur edilmiştim. Savaş yılları içinde bu konu, emniyet görevlilerinin anlaması istenen bir konu olmuştu. Ders yılı sona erince imtihan “mümeyyiz”i olarak Burhan Belge’yi davet ettirmiştim. Bu konuyu zaten radyo konuşmalarında en iyi anlatan kişi oydu. Parlak, renkli bir konuşması vardı. Bu imtihanlar sırasında onun en çok beğendiğim yanlarını daha yakından tanımış olduğuma sevinirken, imtihanı bitmiş olan bir öğrencinin çıkışı ile bir başkasının gelmesi sırasında görüşürken bana ansızın söylediği bir söz beni yerimden zıplatmıştı. Şaka ediyor gibi bir yanı yoktu. “Niyazi, bilir misin, ben bir fikir orospusuyum” dedi. Benim salaklaştığımı görünce devam etti: “Bir orospu kim para verirse onunla yatmaz mı? İşte ben de onlardan biriyim. Yalnız parasını aldığımız iştedir aradaki fark.” Ne diyeceğimi şaşırdım.

Fakat bu, onun beni ilk şaşırtması olmadı. Arada geçen birkaç yıl sonra Kandilli’ye yakın kiraladığım bir yalının balkonunda oturuyorduk. Beni ziyarete gelmişti. Çok alçakgönüllüydü. Şundan bundan konuşurken ansızın yerinden fırladı. “Aman, az daha unutuyordum, bana müsaade” dedi. Ta Kadıköy ötesinde, yukarıdaki sahifelerde adı geçen [Necip Fazıl Kısakürek] ve şimdi bir din satıcısı rolünü oynayan, o zaman (belki şimdi de) ün almış adamın iftarına davetliymiş!.. Hemen kalkıp gitti. Beni hayretler içinde bırakarak.

En acıklı olanı, onu son görüşüm oldu. Taksim meydanında. Burhan kibar ve güzel giyinen bir kişiydi. O gün onu az daha tanıyamayacaktım. Halkevi kitaplığındayken akıl hastanesine kaldırılmış olan ve Babıali caddesinde karşılaştığım kişi aklıma geldi. Onun kadar sefil kılıkta değildi ama, bildiğim eski görünüşüne göre aynı orantıdaydı diyebilirim. Anlattı. İzmir’de (henüz iktidara gelmemiş olan) Demokrat Parti’nin çıkardığı bir gazetenin başyazarlığını yapıyormuş. Bana söylediği sözüne göre bir “fikir orospusu” olmuştu. O partinin o zaman başka yerde gazetesi yoktu. Burhan’ın aldığı yüksekçe parayı gözüne kestirenler Ankara’da dolabı çevirerek onu oradan attırmışlar, onun yerine kendileri Ankara’da gazete çıkaracaklarmış. Bunları o denli ayrıntılı anlattık ki başım döndü. “Peki, şimdi ne olacak? Ne yapacaksın?” dedim. “Ankara’ya gidiyorum. Şimdi ötekilere yanaşacağım. Ne var ki, oradakiler bana Hindistan elçiliğini bile çok görüyorlar. Niyazi, bunca yıl bu heriflere hizmet ettikten sonra ben de artık adam gibi yüksek bir mevki isteyemez miyim?” dedi. Arkasını dinleyemedim, daha doğrusu artık dinleyecek, söylenenleri anlayabilecek halden çıkmıştım. Son görüşmemiz oldu. Ondan sonra başına gelenleri gazetelerde okudum. En sonunda da ölümünü! O çok sevimli, o çok yetenekli kişinin sonu böyle oldu. En son, yanılmıyorsam Viyana’da, karşılaştığı bir tanıdığının dönüşte kendisine “tahin helvası” getirmesini rica ettiğini öğrendiğim zaman güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim.”

Notlar:

1. İlginç bir olguyla karşılaştım, bu olguyu düşünmem, birkaç ay önce Murat Belge’nin bir röportajıydı. Bu metin başlık dışında hiçbir müdahalede bulunulmadan aynen Unutulan Yıllar (Niyazi Berkes) kitabından alınmıştır. (Yayına hazırlayan Ruşen Sezer,  İletişim Yayınları, 4. Baskı, 2011, İstanbul, s. 86-87-88).

2.Burhan Asaf Belge, Murat Belge’nin babasıdır. Yassıada duruşmalarında yargılanmıştır. Hapisteyken Murat Belge babasını sinir edecek şekilde, Demokrat Parti karşıtı konuşmaları ve babasını eleştiren söylemi ile tartışırmış. Yıllar sonra bir söyleşisinde, kendisini o yıllarda halden anlamaz birisi olarak acıklı ve suçlayıcı tarzda bu görüşmeleri zikreder.

3. Berkes’in öğrencilerine şiddetle tavsiye ettiği kitap İsmail Hüsrev Tokin’in Türkiye’de Köy İktisadiyatı adlı eseri İletişim Yayınları tarafından basılmıştır.