Bir yıl boyunca, işyerinde üç metrekarelik tozlu bir depoda, bir tabure üstünde iki büklüm süt sağdığı halde ‘yetersizlik’ duygusuyla boğuştuğunu söyleyen Cingöz: ‘Mükemmel anne’ tanımsız, amorf ve imkânsız bir ideal ve bu ideali içselleştirdiğimiz ölçüde anneliği keyiften çok zorluk olarak yaşıyoruz

'Mükemmel annelik' baskısı ciddi boyutta

SEDA BALMUMCU

Anne olmak her kadının arzusu olmayabiliyor ama bunu yüksek sesle söylemek hiç kolay değil. Türkiye'de annelik 'kutsal' görülüyor. Üstelik bu ‘kutsallık’ bazen öyle boyutlara varıyor ki, anne olmak da yetmiyor. Kadınlara, “mükemmel annelik” dayatılıyor. Wizsight Araştırma Şirketi tarafından yapılan "Bebek Beslenmesi ve Sosyal Baskı" konulu araştırma, 10 anneden 7’sinin devam sütü ya da mama verdikleri için toplumsal baskı gördüğünü ortaya koyuyor. Çalışan annelerin karşı karşıya kaldığı dayatmalar ise dayanılmayacak boyutlarda. Çocuk bakım sorumluluğunun yalnızca kadınlar üzerinden düşünülmesi, işe alım ve terfilerde, ayrıca sektör/meslek/iş seçimlerinde cinsiyet ayrımcılığını artırıyor. Pek çok kadın “işsiz kalma” tehdidi eşliğinde anneliği tercih ediyor. Öte yandan babalık izinlerinin artırılması ve zorunlu hale getirilmesi gündem dahi edilmiyor. Yasalarda, yalnızca 150’den çok kadın işçi çalıştıran işyerleri için kreş açma zorunluluğu yer alıyor. Üstelik Uluslararası Çalışma Örgütü’nün ( ILO) 183 sayılı ‘Anneliğin Korunması Sözleşmesi’ hâlâ imzalanmayı bekliyor…

Tüm bu koşullar altında bir de “mükemmel annelik” beklenilerek, yaşamları tahakküm altına alınan binlerce kadından Aysel Ayaksız ve Yonca Cingöz, “mükemmel annelik” beklentisi ve yaşadıkları toplumsal baskıyı BirGün’e anlattı.

İkiz bebekleri olan Aysel Ayaksız, baskıların hamilelik sürecinden itibaren başladığını söylüyor. “Hamile kaldığımda ‘Çok kilo almışsın, şişmişsin, yeter çok yeme, bebeğin kilo almış mı, büyümüş mü?’ diye konuşmaya başladılar. Sonrasında ben çalışmaya devam ettiğim için ‘Yeter, karnın burnuna geldi, hâlâ işe mi gidiyorsun, yolda doğuracaksın, bebeğin böyle olacak, şöyle olacak’ dediler” diye anlatıyor yaşadığı baskıları ve ekliyor:

“İşi bıraktım, çocuk doğdu, bu sefer de ‘Çalışmıyor musun, işe başlamayacak mısın?’ baskıları başladı. Evde çalışıyorum, iki çocuğa bakıyorum, bu da iş değil mi? Evde oturduğum için sanki yan gelip yatıyormuşum, hiçbir iş yapmıyormuşum, hiçbir işe yaramıyormuşum gibi davranıyorlar.”

Emeğimiz görünmüyor

Çevresindeki insanların çocuk bakmayı iş olarak görmediğini vurgulayan Ayaksız, “Evi temizliyorsun, yemek yapıyorsun, tüm gün koşturuyorsun ama hiçbir emeğin görünmüyor. Ne eşin değer veriyor emeğine ne akrabaların ne de diğer insanlar. Hâlbuki 30 yaşındayım, 2 yıldır çocuklarım var ve ben bugüne kadar staj dönemim olsun, çalışma hayatım olsun, annelikten daha zor iş görmedim” diyor.

mukemmel-annelik-baskisi-ciddi-boyutta-647391-1.

Hamilelik süreciyle başlayan baskıların doğumdan sonra da artarak devam ettiğini anlatan Ayaksız, “Doğumdan sonra bir de ‘Ne kadar kilolusun, kiloları verememişsin, kocanın yanında annesi gibi görünüyorsun, yaşlı görünüyorsun’ laflarını işitmeye başladım” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Bu baskılar yetmezmiş gibi anneliğimi de sorgulamaya başladılar. Örneğin benim çocuklarım şu an kilo alamıyorlar, çok zayıflar. Dışarıda gördükleri zaman ‘Bunlar çok zayıf, bir şey yedirmiyor musun, bakamıyor musun?’ diyorlar. Sürekli kendi çocuklarıyla kıyaslıyorlar ve ahkâm kesiyorlar. Özellikle de yaşlı akrabalar, konumlarını ve deneyimlerini kullanarak üzerimde baskı kuruyorlar.”

Psikolojik baskı sürekli üstümüzde

Hep bir eleştiri bombardımanı altında olduğunu, üstünde sürekli psikolojik bir baskı hissettiğini dile getiren Ayaksız, son olarak şunları söylüyor:

“İki çocuğum olduğu için çok fazla dışarı çıkaramıyorum, genellikle evdeyiz. Bu nedenle insan görünce yabancılıyorlar, korkup ağlıyorlar. ‘Evde büyütüyorsun, yabani olmuşlar, dışarı çıkar da insan görsünler’ lafları… Sürekli anneliğimle ilgili laf söyleme hakkını kendilerinde buluyorlar. İki çocuk büyütüyorum, sıfırdan insan yetiştiriyorum, ama bunu iş olarak görmüyorlar, hor görüyorlar. Bana göre annelik en zor iş, mesaisi hiç bitmiyor, gecesi gündüzü yok, ama anlatamıyorsun derdini. Sık sık ağlıyorum, sürekli psikolojik bir baskı hissediyorum üstümde.”

Yabancılar müdahaleyi kendine hak görüyor

İstanbul’da ve yoğun akrabalık ilişkileri içinde yaşamadığı için anneliğine ilişkin sürekli bir baskı yaşamadığını belirten Yonca Cingöz ise sokakta tanımadığı insanların kimi yorum ve fiziki müdahaleleri karşısında şaşkınlığa düştüğünü anlatıyor: “Çocuğumu yeterince sıkı giydirmediğime inanan bir kişi bana ‘Ört çocuğun üstünü ört, donacak tıh tıh” diye tenkitte bulunabildi!”

mukemmel-annelik-baskisi-ciddi-boyutta-647393-1.

Tozlu bir depoda iki büklüm süt sağdım

Cingöz, en büyük baskıyı ‘iş yaşamına erken dönmesinin istenmesi’ nedeniyle yaşadığını söylüyor ve o süreçte yaşadığı zorlukları şöyle anlatıyor:

“4 ayın sonunda işe başladım, zar zor iki ay yarım zamanlı çalışmaya ikna ettim, 6 aylıkken çocuğumu sabahtan akşama bir yardımcıya bırakıp uzak mesafedeki işime gidip gelmek zorunda kaldım. Gündüz emziremedim ve çok erken bir zamanda en temel duygusal alışverişimiz günde ikiye düştü, bir sabah bir akşam. İşyerinde kapısını kilitleyip rahatça süt sağacak bir yer olmadığından, bir yıl boyunca eski belgelerin durduğu üç metrekarelik tozlu bir depoda, bir tabure üstünde iki büklüm süt sağarak öğlen aralarımın 30-40 dakikasını harcadım. Emziremediğim için sütümün azalması, seyahatler sırasında birkaç gün üst üste ayrı kalmak, hep karşılıklı bir özlemle yaşamak…”

Mükemmel anne tanımsız ve imkânsız

Herhangi bir durumda ilk gözden çıkarılanların kadınlar olduğu iş hayatında, anne olmanın son derece ayrımcı bir işe almama sebebi olduğunu vurguluyor Cingöz ve sözlerini şöyle sonlandırıyor:

“Hemen işe dönmemin istenmesinden, ücretsiz izin alırsam yerime birinin alınacağı ve işsiz kalacağım endişesine kapılmıştım ve yıllarca işsiz kalabileceğimden korktuğum için isteneni yaptım. Sonuçta sürdüğümüz eksik yaşam, bende yıllara yayılan bir vicdan azabına dönüştü. Anneliğin güzelliği kadar hep bir şeyleri yanlış, eksik ya da fazla yapmışlık hissi ve biteviye vicdan muhasebesi olarak ağırlığını da yaşadım, yaşıyorum. ‘Mükemmel kadın’ gibi ‘mükemmel anne’ de tanımsız, amorf ve imkânsız bir ideal ve bu ideali içselleştirdiğimiz ölçüde anneliği keyiften çok zorluk olarak yaşıyoruz. Kendimize karşı çok acımasız olabiliyor, çocuğun dışsal birçok etkiyle büyüyen sosyal bir varlık olduğunu unutup ortaya çıkan her küçük sorunda tüm hatayı kendimizde arayabiliyoruz.”