Bir bahçede biraz düzensizlik olmalı; yani yaşanmışlık. Bu diğer her durum için de geçerli. Nefes alıp verirken yaptığımız her şey kusurluluğun, yani gerçek yaşamın bir parçası

Mükemmellik sıkıcıdır

Yaprak Öz

Bir Zen keşişi olan Sen no Rikyu çay yapma sanatını öğrenmek ister. Çay ustası Takeno Joo’yu ziyarete gidip okuluna başvurur. Takeno Joo Rikyu’ya bahçeyi düzenlemesini söyler. Rikyu bahçeyi kusursuz bir görünüme gelene dek düzenler; ağaçları budar, yaprakları toplar, patikaları pürüzsüz hale getirir. Son olarak bir kiraz ağacının dallarını sallar ve kiraz çiçeklerinin gelişigüzel yere dökülmesine sebep olur. Bahçenin düzeni asıl şimdi tamamlanmıştır. Takeno Joo Rikyu’nun “kusurlu” bahçe düzenlemesini görünce onu okuluna kabul eder ve çay sanatını ona öğretir.


Bu hikâye 16. yüzyılda Japonya’da geçmektedir. Ancak bugün bile büyüsünü korumaya devam ediyor. Özellikle her şeyin, her yerin pırıl pırıl parıldadığı, eskimeden yerine yenisi konan eşyaların boşa gittiği hızlı tüketim zamanı olan günümüzde daha da değerli bir hâl alıyor. En azından benim gibi düşünenler için böyle olduğunu sanıyorum.

Kusurlu, eskimiş, kırılmış herhangi bir şeyin müthiş değer gördüğü bu düşünceye Japonlar Wabi Sabi adını vermiş. Wabi Sabi felsefesinde mükemmellik söz konusu değil. Wabi sözcüğü “yalnız” demek ve diğer anlamı da “yalnızlıktan doğan acı”. Sabi sözcüğü ise “ıssız”, “harap” ve “pas” anlamına geliyor. Ancak bu iki sözcüğün birleşimi ve Rikyu’nun hikâyesiyle anılması olumlu bir kavram doğurmuş: Zamanla eskiyen bir şeyin materyalizm içermeyen bir duruma ulaşması, kusurlarıyla hayata güzellik katması. Yaşamın doğal döngüsünün izlerini kabul etmek ve sevmek, sadeliği kucaklamak demek Wabi Sabi.

Wabi Sabi felsefesine göre Amerikalıların mükemmel şekilde düzenlenmiş bahçeleri iyi bir şey değil. Aynı şekilde, İstanbul’u kocaman bir inşaat alanına çeviren kentsel dönüşümün ürünü apartman bozması rezidansların ışıldayan bahçeleri de. Bir bahçede biraz düzensizlik olmalı; yani yaşanmışlık. Bu diğer her durum için de geçerli. Nefes alıp verirken yaptığımız her şey kusurluluğun, yani gerçek yaşamın bir parçası. Döküldüğünde çayın bıraktığı leke, boyası kalkan tahtaların ardından çıkan başka renk, suyla aşınmış kayıkların eski ahşabı, kenarından akan damlaların çevresinde biriktiği bir mum...

Ziyaret ettiğim evlerin çoğunda en sık gözüme çarpan şey yanmamış mumlar olmuştur. Bu duruma hep hayret ederim. Mum gözde bir dekorasyon nesnesiyken, bazı evlerde hiç yakılmamış mumlar olduğunu, bembeyaz fitilleriyle pürüzsüz bir şekilde köşeleri süslediğini gördüğümde, “Işığının tadını çıkarmadıktan sonra eve mum koymanın anlamı nedir?” diye düşünürüm.

Geçenlerde bir arkadaşım, evine taşındığında ona hediye aldığım süslü çay takımını kullanmaya kıyamadığını, yeni bir eve taşınmak üzere olduğunu ve takımı orada kullanacağını söyledi. Yeni evinde de hediyeme dokunmayacağını hissettim. Bu, toplumumuzda sık yaşanan bir şey; Büyüklerimizin güzel eşyaları korumak uğruna kullanmaya kıyamamaları çoğumuzun kanına işlenmiş.

Aynı şekilde, dekorasyon dergilerinde gördüğüm Türk evlerinde özenle tasarlanarak yapılmış kitaplıkların bazıları da bende bu hissi bırakır: Pahalı tasarımlarla dolu evlerdeki muhteşem kitap rafları kimi zaman yarı yarıya boştur, hatta birkaç kitabın yalnız başına dikildiğine, kalan yerleri dolduran nesen kalabalığına bakakalırım. İçine beş kitap koyacaksan tüm duvara kitaplık yaptırmanın anlamı ne? Demek ki bu insanlar “gerçekten” yaşamıyorlar. Sadece “gösteriyorlar.”

Wabi Sabi aslında yaşamın ta kendisi, uzun zaman boyunca beraber olduğumuz herhangi bir şeyin bizimle beraber yaş alması ve pek çok anıyı barındırması. Eskimişlikteki güzellik, yüzümüzde derinleşen çizgiler, kurumuş çiçeklerin kıvrımları, yıllar önce okunmuş bir kitabın kokusu, bedenimizdeki bir yara izi, çok sevildiği için atılmayan bir biblonun beceriksizce yapıştırılmış kırık parçası... Bunların hepsi yaşamak değil mi?
Başka bir uçta gibi görünse de, Wabi Sabi felsefesinden esintiler barındırdığına inandığım Rock müziğin sevdiğim örneklerinden biri, Cheap and Cheerful şarkısının nakaratı geliyor aklıma. The Kills adlı grubun vokalisti şöyle diyor:

Sıkıcısın çünkü düzgün olduğunda
Aptalsın çünkü aklı başında davrandığında
Mumlarımızı yakalım. Kullanmaya kıyamadığımız eşyalarımızı kullanalım. Evlerimiz her zaman derli toplu olmasın. Bırakın çocuklarınızın oyuncakları arada bir ortalığı işgal etsin. Sıkıcı ve aklı başında anılarımız olacağına yaşamın tatlı karmaşasını kucaklayan anılarımız olsun.