Andımız, Ezan, Fesli Kadir, Diyanet kelimelerinin bolca kullanıldığı bir haftayı daha geride bıraktık.

Bu kelimeler kimlik siyasetinin çelişkili Türk-İslam senteziyle muktedir olduğu rejimde yadırganmaz. Çünkü kimlik siyaseti, onun en gaddar hali olan faşizmin kimliksel ötekileştirme ve düşmanlaştırma stratejisinin vazgeçilmezidir.

Denklem şöyledir: Kimlik siyaseti sağcılara kazandırır. Sınıf siyaseti solculara kazandırır.

Madem Müslümanlar ve Türkler hep çoğunlukta, solculuktan vazgeçip sağcı ve muhafazakâr olalım ve kimlik siyasetini sahiplenelim diyenler ise, aslı varken kopyası olduklarından, asla seçenek olamazlar, baştan kaybetmeye mahkûmdurlar.

Oysa emekçi sınıflar da hep çoğunluktayken, elbette din ve millet düşmanlığı da yapmadan, yoksulların hakkı için mücadeleden başka seçenek yoktur.

Hiçbir solcu kalkıp kimlik ötekileştirmesi yapmaz. “Aleviler kötüdür” ya da “Sünniler ötekidir” demez. “Biz Türk’üz, Kürtler ötekilerdir” şeklinde konuşamaz. “Haydi, Sivas katliamının intikamını alalım, asalım keselim” diye bir siyaset güdemez. Peki, ne der? “Alevi-Sünni, Kürt-Türk kardeştir” der. “Milliyetçilik kötüdür, ötekileştirmek ırkçılıktır” diye bağırır. Ezcümle, farklı kimliklerin barış içinde bir arada yaşamasını savunur. Kimlik sorunlarının çözümünde kesinlikle ötekileştirmeye karşıdır.

Lakin sınıfsal düzlemde ötekileştirme kaçınılmazdır ve emekçi sınıflar böyle ikna edilebilir. Çünkü toplumda farklı kimlikler yanı sıra farklı sınıflar da vardır. Sıradan bir solcu dahi, toplumların tarihinin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu bilir, kabul eder. Çünkü insanlar sadece kimliklerinden dolayı ezilmezler, üstelik ve esas olarak sınıfsal konumlarından dolayı ezilirler. İşte bu ezilenler, günümüzde hâkim sınıflar tarafından sömürülen emekçilerdir!

Ve hâkim sınıflar, elbette emekçiler indinde, ötekilerdir; öyle olmak zorundadır. Emekçi karşısında zalimdirler, tarihte tersi görülmemiştir, emekçilerin sorunları için hep ötekileştirici olmuşlardır. Hele bir greve çıksın, hele bir hakkını arasın, cümle kurumlarıyla, tankıyla topuyla copuyla emekçinin tepesine inip duruyorlar işte.

Özellikle açlık ve kriz koşullarında emekçilerin sesi olmak, muhalefetin iktidar olabilmesinin yegâne yoludur.

Evet, uzun bir süredir sınıf mücadelesinin adını dahi anmak, ‘sınıf indirgemeciliği’ yaftasıyla tu taka edildi. Her şey kimlik ekseninde açıklanmaya, bu eksenin kavramları öne çıkarılmaya başlanır oldu. Lakin böylesine de düpedüz ‘kimlik indirgemeciliği’ denmelidir.

İslamcılık olarak kimlik indirgemeciliği yapan Fesli Kadir tutarlıdır. Türkçülük yapan Bahçeli tutarlıdır. Ama ikisi bir araya gelince tutarsız olmuş ne gam, sağcı iktidar için mubahtır. “Fes başına püskülü ben olayım!” Kadirlerin, muktedirlerin fes başında, püskülü de diğeri oluyor işte. Veya püsküllü bela!

Peki, sağcılarla aynı düzlemde kimlik indirgemeciliğinden medet uman CHP yönetimi tutarlı olabilir mi? Fesli Kadir’e rakip olunca o da ancak püskülü olabilir.

Sağ seçmen kimliğine seslenip uzuuuun uzun “Muhafazakârlaştırılıveremeyebileceklerdenmişiz sanmayın” deyip çok net konuşuyor! Eleştirince de kızıyor: “Muhalefetsizleştiricileştiriliveremeyebileceklerimizdenmişizcesine tepki vermeyin!” Oysa “Hazirancılaştıramadıklarımızdan mısınız” demek ne güzel!

Ama illa ki abdestlerinin sağlam olduğunu ispat edecekler. Tuvalete abdesthane de denilen bir memleketteyiz. Şimdi bir şey diyeceğim, yine şaka yapıyorum sanacaksınız ama öyle değil.

Bugün 19 Kasım ve bugün hakikaten ‘19 Kasım dünya tuvalet günü’ imiş.

Kutlu olsun.