İktidar cephesinde bir süredir devam eden hareketlilik seçim barajının yüzde 7 olarak belirlendiğinin duyurulmasıyla yeni bir dönemece girdi. Belli ki yüzde 7 kararı, Bahçeli’nin Erdoğan ile yürüttüğü uzun pazarlık sürecinin bir sonucu. Ve Cumhur İttifakı’nın küçük ortakları, başka konularda olduğu gibi yeni baraj oranını da ancak muhalefetle birlikte öğrenebildi. BBP liderinin ve Vatan Partililerinin serzenişini bundan.

12 Eylül ürünü olan yüzde 10’luk seçim barajının bugüne dek uygulanması başlı başına bir demokrasi ayıbı. 19 yıldır iktidarda olan AKP, mevcut seçim sistemini ve barajı olduğu gibi korudu. Zaman zaman muhalefetten yükselen barajın indirilmesi ya da kaldırılması taleplerini de duymazdan geldi. Temsilde adalet ilkesi, geride bıraktığımız onca yılda AKP’nin zerre kadar umurunda değildi, bugün de değil. Öyleyse neden şimdi baraj tartışması yapılıyor? MHP kendini mi garantiye almak istiyor? AKP, Gelecek ve Deva’nın önünü kesmek için mi barajı yüzde 5’e kadar indirmekten çark etti? Asıl hedef HDP’nin muhalefetin geri kalanından kopmasını mı sağlamak? Muhtemelen bu ve benzeri soruların hepsini “evet” diyerek cevaplayabiliriz. Ama mesele görünenden çok daha karmaşık olabilir. AKP-MHP ittifakının baraj çıkışını, seçim sonuçlarını etkileyecek bir dizi başka düzenlemenin “aperatifi” olarak düşünmek daha doğru. Özellikle ittifaka girecek partiler için ayrı bir baraj oranı belirlenmesi ve seçim bölgelerinin değiştirilmesi yönünde iktidarın arayışları var.

Türkiye’nin çok partili yaşamında seçim sistemiyle oynamak her daim güç kaybeden iktidarların başvurduğu bir taktik olmuştur. Kimi zaman bu taktik, iktidarın ömrünü bir miktar uzatsa da nihai sonuç hep hüsrandır. Çünkü seçim sistemi üzerinden yapılan mühendislikler, iktidarın kendinden memnuniyetsizlik duyan kitleleri ikna etmekten çoktan vazgeçtiğinin açık bir kanıtıdır. Vaatler sönmüş, güven kaybolmuş, toplumun geniş kesimi iktidardan yaka silkmiştir. Sandık taktiklerinin hiçbiri bu yitip gideni geri getirmez. Aksine seçmenin öfkesini daha da arttırır. AKP-MHP ittifakı, bu politik gerçeği yadsıyarak yol alabileceğini düşünüyorsa fena halde yanılıyor.

Seçim sistemine dair taktilerin hemen yanında iktidarın yeni anayasa vaadi var. Bizzat Erdoğan, yeni yılın ilk günlerinde anayasa taslağını “Milletin takdirine sunmakta kararlı” olduklarını söyledi. Asıl amaç, büyük bir ihtimalle seçim kampanyasını yeni anayasa hattına oturtarak muhalefeti parçalamak. Yoksa iktidarın seçim öncesi bir anayasa referandumunu gerçekleştirecek gücü yok. Meclis’ten referandum için gerekli 360 oy bulunsa dahi bu seçenek iktidar için çok ama çok riskli.

İktidar 2010 referandumunu “12 Eylül ile hesaplaşıyoruz” kampanyasıyla yürütmüştü. Bir benzerinin, 2010’un nasıl neticelendiği görülmüş ve üzerine bir de 16 Nisan şaibeli referandumu yaşanmış iken gerçekleşmesi göle maya çalmanın ötesinde bir iş değil. Yine de muhalefetin bir bütün olarak hem seçim taktiklerini içeren paket hem de yeni anayasa hakkında şimdiden “biz bu oyunda yokuz” demesi şart. Bir kez, “Hele bir gelsin, müzakere ederiz, konuşuruz” denirse hepimize geçmiş olsun.

Bugün için iktidar bloku artık köhnemiş bir siyasetin alameti farikası haline gelmiş durumda. Kültür ekseninde toplumu ikiye ayırıp kendini “Yerli ve milli olanın sesi” olarak sunan muktedir siyaseti, bugün toplumun diğer fertleriyle bağı kopuk, izole bir çevre dışında kimseye hitap edemiyor. Hayatın somut gerçekleri, kimlik siyasetinin aldatıcılığını ifşa ediyor. İktidarın kendi kazdığı bu kuyudan çıkması da imkân dahilinde değil. Çünkü gün ışığı göremeyeceğini hissettikçe kazmayı daha derine vuruyor.

Köhnemiş siyaset yerine yüzünü geleceğe dönen milyonlarca genç insan ise toplumla ortak bağlarını iktidar zihniyetinin kavgalı olduğu sahici başarılar ve deneyimler üzerinden kuruyor. Ulusal kadın voleybol takımının maçlarına olan ilgiyi, sporcularla kurulan özdeşliği yalnızca spor tutkusu ile açıklamak bu nedenle mümkün değil. Milyonlar, orada seküler, özgür, eşitlikçi, inatçı ve başarma gücü yüksek bir potansiyel keşfediyor ve kendini onunla özdeşleştiriyor. Seyrettiklerinin sadece bir spor müsabakası değil, cumhuriyetin birikiminin bir dışavurumu olduğunu hissediyor. Siyaset de bu dinamizmin arkasındaki güç ile barıştığında yeni bir ivme kazanacak. Seçim taktilerini, tokmak ve nefret üzerine kurulu siyasi dili silip süpürecek enerjiyi o iyimser ama gerçekçi, tutkulu ama ne yapacağını bilen güçten alacak. Son günlerde “az kaldı” deniyor ya, az kalması için siyasetin filesinin önünde hem iyi blok hem de iyi smaç yapacak bir kolektif akıl ve uyum gerekiyor…