26 – 28 Ekim tarihlerinde Kartepe Zirvesinde Türkiye’nin göç ve mülteci meselesi masaya yatırıldı.

Türkiye neoliberal dünya düzeninin bir parçası olarak konuya daha ziyade palyatif yaklaşımlarla yanıt arıyor. Bu problem sadece hükümet ya da ana akım akademisyenlerde değil kendini solda ve ilerici zannedenlerde de hakim.

Ana muhalefet partisinin geri dönüş eksenli ve yer yer ırkçılıkla flört eden yaklaşımına hiç değinmiyorum bile.

Öncelikle göçmenleri mülteciler, koruma ihtiyacı olanlar, ekonomik göçmenler ve benzeri şekilde ayırmanın meselenin özünü görmemizi engellediğinin altını çizelim. Çünkü insanlar eşitsizliklerden, adaletsizliklerden kaçarken mülteci, göçmen veya düzensiz göçmen oluyorlar. Ondan sonra da rahatsızlığın derinliği oranında herkes gibi çeşitli hizmet ve desteklere ihtiyaç duyuyorlar.

Türkiye’nin uluslararası koruma kanunu da, mülteci sözleşmesi ve varyasyonları da karşılıklı vatandaşlık haklarının çiğnenmesinin ifadesidir. Eğer tüm ülkeler vatandaşlık haklarını tanıyor olsalar bu “koruma sektörüne” harcanan kaynaklar başka faydalı işlere yönlendirilebilir.

Göç sürecinde gidilen ülkeye odaklanmış yanıltıcı siyaset bırakılıp köken ülke ve bölgelerdeki eşitsizlik adaletsizlik ve çatışmaların giderilmesine odaklanılsa bu siyaset krizleri de aşılacaktır.

Örneğin Suudilere silah satmayı ve Suudi petrolünü almayı bırakırsak Yemenli “mülteci krizi” büyük oranda önlenebilir.
Ama temel mesele köken ülke ve bölgelerdeki köklü nedenlerin kökünü kazımak.

Ancak bugünden yarına yapılacak pek çok semptomatik “tedavi” de mümkün.

Paylaşma kanalları yaratılırsa veya rahatlatılırsa zenginlik ve yoksulluk planlı veya açık pazar sistemi içinde dengelenebilir. Hem istatistiki olarak hem anekdotal olarak sınır kontrolüne yatırım yapmanın hem yasadışı göçü hem de yerleşme amaçlı göçü arttırdığını bu görebiliyoruz. Bu da uyum meselesini ve toplumsal çatışmayı körükleyen nedenlerden biri. Geçici ve döngüsel göçün mümkün olduğu ortamda bu baskı azalacaktır.

Göçmenlerle uyum konusunda yapılabilecek en kestirme işlerden bir tanesi siyasi ve ekonomik hayattaki engellerin kaldırılmasıdır. Göçmenleri limboda bırakan ve hem yasadışı alana iten hem de istismara açık hale getiren düzenlemeler sorgulanmalı ve değiştirilmeli. Örneğin hemen her ülkenin uyguladığı 5+1 veya 6 yıl ikamet kuralı gökten inmiş bir vahiy değil. Oldukça da yeni bir adettir, keyfidir ve bilimsel bir gerekçesi de yoktur.

Ne ertesi günün manşetine odaklı medya ne de bir sonraki seçimlere odaklı siyasetçi abartılı ve yanıltıcı ifadelerden vazgeçmeyecektir. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa çanak tutan bu gerçeğin üstesinden gelebilmenin yolu medyayı susturmak değil aksine maksimum şeffaflıktır ve gerçekleri önyargısız anlatmaktır. Bunun yolu da kayıtları verileri anonimize ederek düzenli ve sıklıkla paylaşmaktan geçer. Hem yetişkinlere hem çocuklara göç meselesinin ve en azından Türkiye’nin göç tarihinin öğretilmesi ön yargıları, çarpıtılmış algıları azaltır ve önleyebilir. Örneğin insanlar göç edenlerin çoğunun kolay kolay geri dönmediğini anlayıp sürekli buna vurgu yapan politikalara inanmayı bırakabilir. Göç İdaresi il örgütleri üzerinden okullarda her hafta birer saat konuyu anlatsa lüks otellerde ‘projeciler' ve bürokratların birbirlerini ağırlamasından daha faydalı ve hesaplı bir iş yapmış olur.

25 milyonu mülteci 258 milyon göçmenin 7 buçuk milyarlık dünya da sadece minik bir azınlık olduğu, Almanya’da geri dönmeyen 3 milyondan fazla Türk olduğu, Atatürk’ün de Hazreti Muhammed’in de bir nevi mülteci olduğu, Cumhuriyet’i kuran nüfusun onda birinin mülteci olduğu, mültecilerin hepsinin insan olduğu öğrenilse fena mı olur?

İktidar partisi yeşiller partisi gibi konuşsa muhalefet ondan iki adım ilerde olsa fena mı olur? Türkiye’de iyi şeyler de oluyor, olmalı.