Suriyeli mültecilere reva gördüğü muamele Türkiye’nin insanlık karnesine berbat bir leke olarak geçti. İnsanlık olup biten her şeyi görüyor ve bir kenara yazıyor. Kış günü soğuktan donmamak için çoluk çocuk bir apartmanın kapı girişine sığınan ve orada da apartman ahalisi tarafından taciz edilen mültecilerden dünyanın haberi yok sananlar yanılıyor. Bu insanlara yaşatılan acıların (ve mülteci sömürüsü ve ticaretine göz yummanın) hikâyeleri henüz yeni yeni yazılıyor. Uygar dünya bu acıların hesabını, savaş çıkartmanın hesabıyla birlikte, ilgilisinin önüne koyacak. Hele ateş biraz küllensin…

Bakın geçenlerde burada (Hong Kong-HK) bir TV kanalındaki haberlerde bir sol-liberal gazeteci neler söyledi: “Türkiye’deki siyasal İslamcı iktidar Suriye’de savaş kışkırtıcılığı yaptı. Radikal İslamcılara silah sağlamak dâhil her anlamda yardım etti. Onların işbirliği ile Suriye’yi ilhak edebileceğini düşündü. Günümüzde bir ülkeyi kısmen bile olsa ilhak edebileceğini düşünmek için Saddam Hüseyin aklına sahip olmak gerekir. Sonunda, savaştan kaçan iki milyondan fazla insan Türkiye’ye sığındı. Türkiye hükümeti bu sığınmacıları onur kırıcı koşullarda yaşamak zorunda bıraktı. Şimdi, Suriye içinde kendi nüfuz bölgesini (güvenli bölge demek istiyor) kurabilmek ve aslında savaşa müdahale edebilmek için mülteciler üzerinden batıya şantaj yapıyor. Batı bütün mültecileri kabul etmelidir. Çünkü bu insanların Türkiye’de bir geleceği yok… Batı dünyasının artık şunu gördüğünü umuyorum: Radikal İslamcılık ile ılımlı İslamcılık arasında bir ayrım yapmak fazlasıyla zorlama bir çabadır ve gereksizdir. İslamcıların insanlık ailesine katılmaları için daha uzun bir yolları var (Lafın burasında eksik bıraktığı noktayı ben tamamlayayım: Siyasal İslamcılar/İslamo faşistler sayesinde ve onlar üzerinden evrim kuramı tersine işlemeye başladı; yani insandan maymuna doğru)”.

Sözünü şöyle bağladı: “Mülteciler ve göçmenler neredeyse dünyanın hiçbir yerinde kolayca kabul edilen, istenen insanlar olmuyorlar. Bu insanlık ayıbına gözlerimizi kapamamamız ve bununla mücadele etmemiz gerekiyor. Mültecilerin sorunlarını anlamak için Avrupa veya Kuzey Amerika kadar uzağa bakmaya gerek yok. HK’daki mültecilerin durumu gurur duyabileceğimiz gibi değil.”

HK’da çoğunlukla Bangladeş, Pakistan, Afganistan gibi ülkelerden mülteciler var. İltica başvurusu yapıldıktan sonra, öne sürülen gerekçeleri inceleme-araştırma süreci uzun zaman (yıllar) alıyor. Bu süre içinde çalışma izni verilmiyor. Buna rağmen, kaçak olarak çalışmanın bedeli yirmi iki ay hapis cezası. Hükümetin ekonomik nedenlerle gelenleri engellemek için bu yola başvurduğu söyleniyor.

Şehrin epeyce uzağında, Çin sınırına çok yakın bir köydeki yıkık-dökük evlerde yaşamak zorundalar. İki yıl önce bir milletvekili bu köye bir ziyaret yaptı. Yaptığı açıklamada, “Gördüklerimden utanç duydum. İnsanlar bu koşullarda yaşamamalı” dedi. Dedi demesine ama hiçbir şey yapmaya gücü yetmedi. Bilgi ve görüşme talebinde bulunduğu bütün kişi ve kurumlar talebini ret etti. Dikkate alınmadı.

Mülteciler geçimlerini açlık sınırının biraz üstünde yaşamalarına yeten sosyal yardımlarla sağlıyorlar. Küçük bir evde birkaç kişi yaşıyor. Birinin aldığı sosyal yardım kirayı karşılarken, diğerlerinin parasıyla başka ihtiyaçlarını karşılıyorlar.

“HK Mülteci Organizasyonu” adlı gönüllü kuruluşa göre, hükümet, mültecilerin gelmesini engellemek için isteyerek güçlükler çıkarıyor. İnsanın, beyaz adam (İngiliz) özentisi/kötü kopyası HK Çinlilerine “ne kadar da kıymetli ülkeniz varmış” diyesi geliyor. Oysa HK, Çin’e devredilirken çok sayıda Çinli bu pek kıymetli kentlerinden kapağı İngiltere’ye attı, orayı vatan bildi. Bu çok kıymetli ülke/kentleri geçen yirmi beş yılda on iki bin civarında işkence iddiasıyla iltica başvurusu almış. Sadece beşini kabul etmiş.

Kapağı HK’dan İngiltere’ye atan ama bir gözleri halen HK’da olan Çinlilerin iyi bildiği bir gerçeği dile getirerek bitireyim: Vatan insanın yaşamayı seçtiği yerdir, yaşamaya mecbur edildiği/olduğu yer değil.