Batı mültecilerin çok azını alıyor. Batılı ahlakçılar mültecileri almıyorlarsa da en azından komşu devletlerdeki mültecilerin barınmalarını finanse ettiklerini söylüyorlar. Ancak bu gerçek dışı

Mülteciler için halk kalkışması gerek

VIJAY PRASHAD / @vijayprashad

Atlaslarda, dünya üzerinde zar zor var olabilen ülkeler var. Filistin yok. Afganistan’ı bulabilirsiniz; fakat bir hayalet gibidir. Tıpkı Suriye gibi; o da günümüzün bir başka hayaleti… Ya da Somali; ulusların yıkımına dair bir metafor. ‘Libya Somali oldu’, ne kadar rahat söylüyoruz, Somali’nin 10 milyonun üzerinde nüfusa sahip gerçek bir yer olduğunu unutarak…

Bu ülkelerin pasaportlarını taşıyanlar, uluslararası sınırlara vardıklarında işlemleri için girecekleri farklı bir kuyruk buluyorlar - ‘vatandaşlar’ ya da ‘yabancılar’ değil, mülteciler kuyruğu. Artık geçersiz lan pasaportları imha edilebilir. 1922’de Milletler Cemiyeti Rus mültecilere acil seyahat belgesi olarak ‘Nansen pasaportu’ verdi. Daha sonra bu pasaport Osmanlı mültecileri Ermeniler’e ve Süryaniler’e verildi. Günümüzde Mülteci Seyahat Belgeleri bulunuyor - fakat bunlar kolay alınmıyor. 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni ve 1967 protokolunu imzalayan ülkeler yükümlülüklerinden rahatsız.

1939’da İngiliz Şair W. H. Auden, Almanya’dan gelen Yahudi mültecilere Batı’nın davranışı karşısında dehşete düşmüştü. Nazi rejiminden kaçanların ellerinde kalan son umudun önü de Atlantik Okyanusu’nun her iki tarafında kesilmişti. Tarihçi Louise London’a göre, o dönem 70 bin Yahudi’yi alan İngiltere’ye kabul edilmeyenler tarafından açılan yarım milyon dava dosyası vardı. ABD 1933-37 arasında sadece 33 bin Yahudi’yi kabul etti, 1938-41 arasında ise bu sayı 24 binle sınırlı kaldı. Yahudiler düzenli olarak geri çeviriliyordu. Anti-Semitizm tarihini hem Nazi ölüm kamplarında hem de Atlantik devletlerinin sınır karakollarında yazdı. Auden’in tepkisi acıydı:

Gördüm düşümde bin katlı bir yapı,
Binlerce pencere binlerce kapı
Bir tanesi olsun bizim değildi, güzelim, bir tanesi olsun bizim değildi.
Çıktım kırlara, durdum yağan karın altında;
Koşuyordu binlerce silahlı oradan oraya:
Bizleri arıyorlardı güzelim, bizleri arıyorlardı.*

Geçen yıl, Evrensel İnsan Hakları Öğrenci Ağı, şairlere günümüzdeki mülteci krizini yazmaları çağrısında bulundu. Kazanan şiir, Nijeryalı Lind Grant-Oyeye’ninki oldu. Mültecilerin umutları, evraklarının kabul gördüğü hayalleri, büyük bir onay mührünün arzusunu ve açık denizlerde yüzen cansız bedenleri anlatıyordu. Akdeniz tehlikeli. Güney Pasifik (barışçıl) adıyla çelişiyor. Suyun öte tarafına geçmeye çalışmak, neredeyse toplama kampına atılmak kadar kötü.

Suriye’deki yıkımla ilgili Batı’dan yükselen sesler uçuşa yasak bölge çağrısında bulunuyor. Bu söylemin herhangi bir karşılığı yok. Bir ülkeyi bombalamak isteyip oradan kaçan yurttaşlarını istememek sığ bir ahlak. Rusya’nın Suriye bombardımanındaki rolü, Batı tarafından bir üstünlük sopası olarak kullanılıyor. Ancak ‘Yemen’, ‘Filistin’ ya da Kongo’yu ele geçiren yıkım, böyle bir tartışmaya konu olmuyor.

Suriye’nin ötesine, Teröre Karşı Küresel Savaş’ın çölüne ve IMF’nin Yapısal Uyum Programı’na bakınca, söz konusu Batılı başkentlerce korunmayan milyonlarca mülteci görürüz. Bugün dünyada, çoğunluğu çocuk, en az 21 milyon mülteci var. Bu mültecilerin çeyreğini (5 milyondan fazla) 1948’deki Nakba Günü’nden beri mülteci olan Filistinliler oluşturuyor. Ancak durumları ‘mülteci’ olma halinden ayrıldı - şimdi özünde oldukları şeyden başka bir şey gibi görülüyorlar, nesillerden beri tüm ulusun işgali suçunun kurbanları ve sağ kalanları olarak. Filistin’in işgaline politik çözüm uzun süredir tartışma dışında. Elimizde kalan güvenlik çözümü - Filistinliler’in ulusal arzularını kaybedinceye kadar nasıl kafese kapatılacağı. Bu yavaş çekim soykırım demek.

Uluslararası Af Örgütü’ne göre, dünyanın 193 ülkesinden sadece 10’u mültecilerin yarısını barındırıyor. Bunlar kriz ülkelerinin komşuları; Pakistan, İran, Türkiye, Irak, Kenya, Uganda… Batı ise mültecilerin çok azını alıyor. Batılı ahlakçılar mültecileri almıyorlarsa da en azından komşu devletlerdeki mültecilerin barınmalarını finanse ettiklerini söylüyorlar. Ancak bu gerçek dışı. Bağış konferanslarında, taahhüt edilen para miktarlarıyla ilgili çok sayıda haber yapılıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) hedefleri ise her zaman taahhütlerle uyuşmuyor. Suriye için taahhütler ihtiyacın yüzde 48’i kadardı. Taahhüt edilen para da gönderilmedi, 3’te 1’inden azı Suriye için kullanıldı. Brundi’ye taahüt edilenin sadece yüzde 37’si gönderilirken bu oran Güney Sudan’da yüzde 20’de kaldı. Yalnız bırakılan bu ülkelerin kaynakları sınırlı, kurumlarının çoğu kırılma noktasında. Yakında kendi mültecilerini verecekler. Şeytani bir döngü bu.

UNHCR, yakın zamanda yaptığı bir açıklamada daha önce hiçbir zaman, yapılması gereken harcama ve alınan fonlar arasında bu denli bir farklılık oluşmadığını söyledi. Kolay bir politik sonu olmayan krizi çok az kaynakla yönetmeye çalışıyorlar. Kaynak savaşları, rejim değişikliklerine bağımlılık, yerinden yönetimin baskılanması, iklim değişikliği kaynaklı ekolojik trajediler; bunlar mülteci krizinin sebepleri. Şu anda hiçbirine çözüm yok. Uzun süre mülteci kriziyle yüzleşeceğiz.

BM’nin yeni Genel Sekreteri daha önce UNHCR’nin başında bulunan António Guterres. Guerres, mülteci krizine özel bir çözüm önerebilecek gibi görünmüyor. Çözüm sadece BM’den gelemez. 1951 Mülteci Sözleşmesi’nin şartlarına uyulması ve mültecileri yaratan koşulların değişmesi için çok daha büyük bir halk kalkışması gerekiyor.

* Can Yücel’in Türkçe’ye kazandırdığı ‘Mülteci Dert Yanmakta’ şiirinden.

Çeviri: Ömür Şahin Keyif