Türkiye hiçbir zaman mülteci ülkesi olmadı. Coğrafi konumu nedeniyle bugüne kadar hep bir transit ülkeydi. Batı’ya kaçmak isteyenlerin sığındıkları geçici bir liman. Bu nedenle hiçbir zaman gerçek manasıyla Batı’dakine benzer bir mülteci sorunuyla karşılaşmadı. Taki AKP Türkiyesi mezhepçi dürtülerle Suriye savaşına müdahil olana dek.

Komşu ülkedeki iç savaşı kışkırtan, milyonlarca Suriyelinin yerini yurdunu terk etmesine neden olan yeni Osmanlıcıların, “açık kapı” politikası nedeniyle ülke mülteci sorunuyla kısmen de olsa karşılaştı. Suriye savaşının başlangıcıyla beraber “misafir” olarak kabul edilen mülteciler, savaşın çıkmaza girmesiyle artık kalıcılaştılar. Ülkeye gelen milyonlarca Suriyelinin varlığı arttıkça, sorun akutlaştı.
Dün yani 4 Nisan itibariyle ise artık yeni bir dönem başladı. Başbakan Davutoğlu’nun “Kayseri pazarlığı yaptık, iyi oldu” sözleriyle duyurduğu Geri Kabul Anlaşması kapsamında ilk mülteci kafilesi geri gönderilmeye başlandı. Brüksel ile üç milyar avro karşılığında yapılan “kirli” anlaşma sonucunda artık bizim de nur topu gibi bir mülteci sorunumuz oldu. Yeni Osmanlıcılar üç milyar avroya Türkiye’yi ‘mülteci cezaevi’ne çevirdiler!

Zorla geri gönderilen ve de gönderilecek mültecilerin akıbeti meçhul! Avrupa’ya geçişlerine izin verilmeyecek mültecilerin kaçtıkları ülkelere gönderilmeleri de söz konusu olmayacak. Zorunlu istikamet Türkiye. Sorun da tam burada başlıyor. Hiçbir altyapı çalışması tamamlanmadığı gibi, mültecileri Türkiye’de zorlu bir süreç bekliyor olacak. Güvenlikten sağlığa, barınmadan eğitime. Suriyelilerin statüsünün hâlâ belirsiz olması ve kamp dışında yaşayan Suriyelilere ne olacağı sorusu hâlâ cevapsız. Ve bu haliyle ülkenin bu sorunun altından kalkması mümkün görünmüyor.
• • •
Mülteciler sorununu Suriye savaşının kirli politikalarından bağımsız ele almak yanıltıcı olur. İktidar önce mültecileri araçsallaştırarak uluslararası bir koz olarak kullandı. Bu vesileyle hem seçimi kazandı hem de Batı kamuoyunda yerlerde sürünen kredibilitesini yeniden tesis etti. Ardından da ilk fırsatta kasaba tüccarı edasıyla mültecileri adeta bir kurbanlık koyun edasıyla Brüksel’e sattı.
Bu satışın faturası ağır olacak. Nisan 2011’de başlayan Suriye’deki savaş ile birlikte, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük göç dalgasıyla karşı karşıyayız. Bu savaş nedeniyle 6 milyona yakın Suriyeli ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Resmi verilere göre 2 milyon 750 bin, gerçekte ise 3 milyon Suriyeli Türkiye’ye sığınmış durumda. Suriyelilere ek olarak Afganistan, Irak, Eritre, Somali, İran ve Yemen gibi savaşların parçaladığı ve insan hakları ihlallerinin sık yaşandığı ülkelerden gelen, uluslararası koruma ihtiyacı olan yaklaşık 250 bin kadar mülteci de Türkiye’de yaşıyor.
Bugüne kadar halının altına süpürülen sorunlar artık bu şekliyle kamufle edilemeyecek. Mültecilerin kalma süresi uzadığında, toplumun kabullenme kapasitesi zaman içerisinde değişir. Birkaç yıl içerisinde toplumun mültecilere karşı algıları değişecektir. Maalesef ki. Milliyetçi şoven çevrelerin yönlendirmesiyle birlikte toplumdaki anti mülteci duygular görünür bir şekilde kendisini dışa vuracaktır.


• • •
Sadece mülteciler açısından değil demokratik toplumu, ilerici güçleri, sol-sosyalist çevreleri de zor bir süreç bekliyor olacak. Ülkenin birçok bölgesinde mültecilere yönelik yapılacak provokasyonlara, yerel halk ile sığınmacılar arasında yaşanacak olası gerginliklere hazırlıklı olmak gerek. Tam da burada dikkatli olunmalı. Hükümetin mültecileri bir pazarlık aracı olarak gören yanlış politikaları kıyasıya eleştirilirken, mülteci düşmanlığına düşülmemesine azami dikkat gösterilmeli. Maraş ve Dikili’de yaşananlar sorunun hassasiyetini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Ne yapmalı? AKP hükümetinin “kirli” pazarlıkçı politikaları her fırsatta deşifre edilmeli. Ancak bunları yaparken hükümete rağmen halkların kardeşliğini toplumların birlikteliğini savunan, sınıfsız, sınırsız bir dünya tahayyül edenler her koşulda mültecilerin sorunlarına sahip çıkmalı. Bir takım zümrelerin kışkırttığı veya kışkırtacağı ulusal, kültürel ve dinsel farklılıklara dayalı ayrımcılığa ve önyargılara karşı uyanık olunmalı.
Peki ne yapmamalı? Sapla samanı ayırt etmek gerek. Yabancı düşmanlığına, göçmen karşıtlığına izin verilmemeli. Suriyeliler başta olmak üzere ülke genelindeki mültecilerin çeşitli gerekçelerle hedef haline getirilmesine karşı çıkılmalı. Unutulmamalı ki mültecileri şeytanlaştırmak “göçmen düşmanı” tonlu ırkçılığa alan açmak anlamını taşır. Bu tuzağa sakın düşmemeli!