Benim neslimden pek çok insanın tutkuyla gazeteciliğe bağlanmasını sağlayan Uğur Mumcu’nun katledilişinin 27’inci yıldönümüydü dün. Ve bugün Karaburun’da Atatürkçü Düşünce Derneği’nin etkinliğinde Mumcu’yu anıyor, Mumcu’ları arıyoruz!

ADD Karaburun Şubesi, Mumcu’yu; “21. Yüzyıl’da Gazetecilik, Demokrasi ve Kültür” konulu anlamlı bir tartışmayla anmayı planlamış ve belki siz bu yazıyı okurken, biz de meslektaşım Serdar Kızık’la, Prof. Dr. Sabri Sürgevil’in yönettiği panelde demokrasi ve kültür bağlamında 2000’lerin gazeteciliğini tartışıyor olacağız.

21. Yüzyıl’da gazetecilik denilince, ilk akla gelen yeni iletişim teknolojileriyle yeni medya mecralarının ortaya çıkışı ve gazetecilik pratiklerinde yaşanan değişimler oluyor.

Temelinde internet olan bu yeni iletişim çağı, başlangıçta demokrasi açısından büyük umutlara yol açmıştı. Öncelikle, bilgi, zenginler sınıfının tekelinden çıkacak, ucuzlayacak ve tüm toplumsal kesimler internet sayesinde ona kolayca ulaşabilecekti. Böylece, en önemli eşitsizliklerden biri olan “bilgi zenginleri” ve “bilgi yoksulları” arasındaki uçurum ortadan kalkacaktı.

Bilginin iktidar olduğu koşullarda, bu uçurumun ortadan kalkması, iktidarın da yaygınlaşması anlamına gelecekti!

Bugün Burkina Faso, Pakistan, Uganda ve Etiyopya gibi kişi başına milli geliri 10 bin doların altında olan ülkelerde internete erişim yüzde 20 civarında iken; Avustralya, Kanada, Almanya ve ABD gibi kişi başına milli geliri 50 bin doların üzerinde olan ülkelerde ise yüzde 80’den fazla. 2019’un ortasında, Kuzey Amerika’nın yüzde 89.4’ü, Avrupa’nın yüzde 87.7’si, Afrika’nın ise yüzde 39.6’sı internete erişebiliyordu.

Bu net tablo, internetin “bilgi zenginleri” ve “bilgi yoksulları” arasındaki uçurumu ortadan kaldıracağı umudunu boşa çıkardı.

Sonra; sosyal medyanın, Twitter’ın, Facebook’un demokrasi açısından muazzam kazanımlara yol açacağı, hatta otomatik olarak toplumsal muhalefetin başlıca ifade ve örgütlenme alanına dönüşeceği umudu yayıldı.

Bir dereceye kadar böyle de oldu. Ancak, bu mecralar muhalifler tarafından olduğu kadar iktidarlar tarafından da kullanıldı, belki daha fazla.

Son yıllarda yapılan araştırmalar, yeni iletişim teknolojileri ve o temelde yaygınlaşan sosyal medyanın sağ popülizmin yükselmesinin en uygun aracı olduğunu ortaya koydu. Her şeyin 3-5 cümleyle “anlatıldığı” bu mecralarda gri alanlar bulunmuyor, dünya siyah ya da beyaza boyanıyor, insanlar kendi “yankı odaları”nda yalnızca kendilerine benzeyenlerle konuşuyor, kimse kimseyi ikna edemiyor.

80’ler sonrasında, neoliberal ekonominin dünyaya hâkim olmasıyla birlikte medya sahiplik yapısı radikal bir değişime uğrayıp, artık ekonominin her alanında faaliyet gösteren dev holdingler medya sahibi olunca; haber ve bilgi üretimi ile kültürel üretimin her alanında da onlar hâkim oldular.

Kısacası, 21 Yüzyıl liberal iletişim kuramlarının medya ve demokrasi arasında kurduğu ilişkinin sakat olduğunun en net görüldüğü ve en fazla sorgulandığı dönem oldu. Medya, vatandaşları doğru bilgilendirmiyor ve böylece doğru bilgilendirilmiş vatandaşların doğru tercihleriyle otomatik olarak demokrasiyi mümkün kılmıyordu!

Sonuçta, yenisiyle eskisiyle medya da bir mücadele alanı. O alanda, gerçeğin peşinde koşan gazeteciler olduğu gibi, kalemini siyasal ve ekonomik gücün hizmetine sunanlar hep olacak. Mumcu bizler için bir rol modeliydi. Şimdilerde o rol modelleri de kalmadı. O yüzden, gazeteciliğin gerçeğin peşinde koşmak olduğunu, bunu becerebilmenin cesur ve örgütlü olmaktan geçtiğini gösteren Mumcu’ları gün geçtikçe daha çok arıyoruz!