İki yıl kadar önce, yazdığı bir Sıvas yazısında babamın onu otelden aradığını, “Mümtaz bizi yakacaklar” dediğini okuduğum an gelir aklıma. Her yanımı ateş basar

Mümtaz abi, Rus roman karakterlerine benzer

EREN AYSAN

“Karamazov Kardeşler” romanında, Dimitri, babasını öldürdüğü suçlamasıyla yargılanır. Saatlerce süren sorgunun ardından yorgun düşer ve bir sıranın üzerinde uyuyakalır. Uyandığında birinin başının altına yastık koyduğunu fark eder. Şaşkındır, ağlamaklıklıdır. “Kim bu iyi insan?” diye minnet duygusuyla seslenir. Dostoyevski’den ve o büyük romanından izin alarak söyleyeyim ki yastığı koyan Mümtaz abidir.

Yahut, Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ında, nişanlısının ihanetine rağmen onu affettiğini söyleyip terk-i diyâr eyleyerek savaşa katılan Andrey ağır yaralanır. O denli büyük bir kıyametin ortasında Nataşa ne yapıp edip Andrey’i bulur. Belki de ihanetin acısını sevgisiyle hafifletmeye çalışan genç kıza Andrey’i Mümtaz abi teslim etmiştir. Yahut kulağına nerede olduğunu söylemiştir.

Mümtaz abi, görünmez bir eldir… Ardınızdaki gizli güç. Sevdiğine sonuna kadar destek olur. Yapıp ettiklerini bir gün tesadüfen öğrenirsiniz. “Mümtaz abi, teşekkür ederim,” dediğinizde omzunuza şöyle bir dokunur, yoluna devam eder. Sokakta ardından bakarsınız, gölgesi kalır bir tek geride. Şimdi olduğu gibi.

Büyük bir soylulukla yaşayan, onurunu her şeyden üstün tutan, tıpkı Rus romanlarından dünyaya yanlışlıkla düşmüş karakterlerden hiçbir farkı yoktur. Mümtaz biraz Boris, biraz Aleksi, biraz Peter, biraz da Alyoşa’dır zaten. Elinden gelse yeryüzündeki bütün zalimleri düelloya davet edecektir.

Lermontov bilmez ama, Mümtaz abi “zamanımızın bir kahramanı”dır. Ama kalbi tertemiz olanından. Şövalye ruhunun meziyetlerini sonuna kadar korumaya çalışanlarından.

Kanserin baskısına rağmen çok sevdiği tütününü tüttürmeye devam eder. “Abi, bırak şunu” deyince hafiften kızar ama kızgınlığını belli etmemeye çalışır. Çehov’un “Tütünün Zararları” kısa oyununu hatırlattığınızda keyifle güler. Karısının zoruyla topluluk karşısına itilen ve tütünü lanetlemek üzere konuşma yapmak zorunda kalan İvan Nutchin adlı zavallı adamla eğlenir. Zaten Çehov da adeta, “tütünü ziyadesiyle seviniz” oyunu yazmak istemiştir. Ortada zarar ziyan yoktur! Sermayedarlardan çok çeken tütün işçilerini saymazsak, tabii.

Kendi deyimiyle, “tiyatro âlimi değil sevdalısı”dır. Stanislavski’nin “Bir Aktör Hazırlanıyor” kitabının çevirmenidir. Kitabı, daha önce Türkçeye Suat Taşer kazandırmıştır ama İngilizceden. Mümtaz abinin, Rusçadan yaptığı çeviriyle Suat Taşer’in çevirisini karşılaştıranlar yer yer anlamda da değişen farkı rahatlıkla saptayabilir.

Pek çok roman çevirmiştir Rusçadan. Her romanı bugüne göre yorumlar. Yorumlamak ne kelime? Dostoyevski’yi yaşatır. Ona yeniden nefes aldırır.

Düşünce adamıdır. Bu yüzden, “Bir Aktör Hazırlanıyor” kitabındaki tiyatro hocası Torstov’un, “Aktörler de, gezginler gibi, varacakları yere ulaşmanın değişik yollarını bulurlar. Bazıları rollerini gerçekten, vücutlarıyla yaşarlar. Bazıları rollerinin dış biçimini ortaya koyarlar. Bazıları da vardır, beylik hilelerle donatırlar kendilerini ve ticari bir iş yapar gibi aktörlük yaparlar. Kimi de bir rolde yazınsal, kuru bir konferans veya ders verir gibidir. Bunlardan başka, bazı aktörler daha vardır ki, onlar da rollerini yalnızca hayranlarının beğenisini daha çok kazanmaya yarayan, kendilerini göstermeye elverişli bir araç olarak kullanırlar” sözlerini siyasetçilere uyarlar. “Bir Siyasetçi Hazırlanıyor” kitabını yazmak için notlar almaya başlar!

İyi bir satranç oyuncusudur. Mesela benim çok ama çok sevdiğim tiyatro rejisörü – yazar Erhan Gökgücü onu bir kere de olsa yenmeyi başardığı için övünür, durur.

Sonra eski zamanlar gelir gözümün önüne: Mümtaz abi, o zaman da zayıf, ufak tefek bir adamdır. Bir insan o küçücük bedeninde nasıl kocaman yüreği sığdırır? Doğrusu hayret ederim. Hastalık sonrasında artık tüy siklettir. O yüzden, onu sokaklarda sokalarda yürürken pek göremezsiniz. Uzun pardösüsünü savurarak koştuğunu ya da uçtuğunu görürsünüz!

Mümtaz abi, babam Behçet Aysan’ın arkadaşıdır. Her karşılaştığımızda, eşinin de babamın tıbbiyeden okul arkadaşı olduğunu anlatır. Yalnızca bana değil. Yanımızda yöremizdeki eşe dosta da. Gülümseyerek onu dinlerim. Sanki yeni öğrendiğim bir bilgiymiş gibi. Bir süre sonra gizli bir oyuna dönüşür bu hâl.

İki yıl kadar önce, yazdığı bir Sıvas yazısında babamın onu otelden aradığını, “Mümtaz bizi yakacaklar” dediğini okuduğum an gelir aklıma. Her yanımı ateş basar. “Çarşı”da hemen onu yakalarım. Susar, susar, susar. Bulutlara bakar. Bulutlar yalan söylemez. Ağlar. Yağmur başlar.

Zaten şu, “Çarşı” olmasa, bir de tavşankanı çay.

Onu son görüşüm de yine cumartesi günü bir “Çarşı” sohbetidir. Hem de Erhan Gökgücülü, Bahar ablalı bir Çarşı sohbeti. 16 Nisan’dan hemen önce. Gerçekçidir, Mümtaz abi. Neredeyse referandumda, “Evet” çıkacağına emindir.

Sonra… hastaneye yattığını öğrenirim.

Derken Kocatepe Camii’nin avlusunda koca tabut. Şimdi uzaktan bakıyorum ona. Vakt-i zamanında sözde “solcu”lardan çokca çekip Çorum’a sürgüne gönderildiğinde de insan ruhunun açmazlarına kafa yormuştu. Odatv operasyonunda koluna kelepçe vurulduğunda hasta olmasına rağmen insanın zaaflarını sorgulamıştı. En önemlisi Mümtaz abi, babamlar gibi doğrunun tek olmadığına ama vicdanın geçerli tek değer olduğuna inanan bir kuşaktan geliyordu. Bu nedenle onlar çok çektiler bu ülkede. Dahası gün yüzü görmediler. Azıcık güneş ışığına hasret gittiler.

Gözyaşlarım biraz da bundandır.